Bu sergide neyi anlattım?
Birkaç yıl önce yayınlanan ‘’Radika ve Mona Lisa ‘’ isimli kitabımda insanlık tarihini bilgi ve sanat açısından üç çağa ayırarak, sade bir grafikle (ekte) düşüncelerimi somutlaştırdım ve sanat felsefemi de bu basit ama sade teoriye dayandırdım.
Birinci Çağın bilgisi sözel bir karaktere sahipti. Resimleri ön hazırlıksız yapılırdı. Bu resimler somut, 20.yüzyılın resimleri gibi çocukça ama saf değildi. İkinci Çağda iktidarın kontrolünde olan bilgi; yazı karakterli olduğu için soyuttu. Resimler taslak çizilerek yapılırdı, çünkü devletler çağında kompozisyon hayatın bütün alanlarını kapsıyordu. Üçüncü Çağın bilgisi ise dijital karaktere (yani 0 ve 1’e) dayanmakta olup, Birinci Çağın bilgisi gibi somuttu. Sadece sözel’liğin yerini görsel’lik almıştı.
Tarihçiler iki büyük çağ arasındaki geçiş süresinin ortalama üç asır sürdüğünü ifade ediyorlar. Biz İkinci Çağın bittiği ama Üçüncü Çağın da henüz başlamadığı, kaotik, sarsıntılı ve flu bir ara dönemin bireyleriyiz. İkinci çağın bilgi karakteri olan yazıyı içselleştirip hayatlarına katamayan Birinci Çağ toplumları acımasızca yok edildiler ve bir sonraki çağda izleri bile olmadı. Üçüncü Çağın karakteri olan dijital bilgiye hakim olamayan günümüz toplumları da asla bir sonraki çağda var olamayacaklardır. Gelecek çağın şartlarının çok daha acımasız ve sert olacağına bir gönderme olması açısından, sanatsal materyal olarak demiri tercih ettim.
Bir sanatçı olarak esas konumuz daima insan olduğuna göre bilginin birikimi, transferi ve akışı gibi konular tekil insanın karakterini büyük ölçüde belirlemektedir. Bu açıdan bakıldığında Üçüncü Çağın insanının karakterinin büyük ölçüde birinci Çağdaki atalarına benzeyeceğini öngörmekteyim. Aşağıdaki ortak yönleri bir de sanatsal açıdan değerlendirirsek bu sergi daha iyi anlaşılır düşüncesindeyim.
1-) Her iki çağda da nüfus az artmaktadır. Birinci Çağda bir annenin kucağında bir çocukla gruba eşlik ettiğini düşünürsek, eğer varsa, diğer çocuğun da en az büyüklerle aynı tempoda yürüyebilecek bir yaşta olması gerekir. Avcı, toplayıcı ve göçebe bir toplumda ikisinin arasında üçüncü bir çocuk imkansızdır. Üçüncü Çağda ise ebeveyn gelecek endişesiyle az çocukla yetinmektedir.
2-) Çocukların büyüme ortamı olarak Birinci Çağdaki kampın yerini Üçüncü Çağda kreş alır. Her iki çağda da 0-7 yaş arasındaki çocuklar hayatı anne ve babası ile değil, öteki çocuklarla, hayvan yavrularıyla ve oyuncaklarla paylaşırlar. Şefkat, okşanma ve öpülme gibi bedensel temaslardan yoksun büyüyen çocuklar yetişkin bir insan olunca da sevgisiz ve acımasız olurlar.
3-) Her iki çağda da insanlar; Birinci Çağda doğada, İkinci Çağda süpermarketlerde yiyeceklerini hazır bulurlar. Emek ile bir şey üretmedikleri, emeğin kıymetini bilmedikleri için emeğe saygı duymazlar. Her şey onlar içindir.
4-) Her iki çağda da yapıcılıktan çok yıkıcılık ağır basmaktadır.
5-) Birinci ve Üçüncü Çağın zeki, verimsiz, dinsiz, parazit ve sömürgeci insanları, toprağa bağlı, üretken, sabırlı, dindar ve bilge köylüleri küçümserler. Her iki çağda da köylü nüfusu az fakat verimlidir.
6-) Düşünmeyi sevmezler. Kendi iradelerini, Birinci Çağın insanları kabile reisi, büyücü ve rahibe, Üçüncü Çağın insanları da baba, parti başkanı, cemaat lideri ve terapist gibi karakterlere teslim ederler. Dolayısı ile karar verme yetileri ve iradeleri zayıftır. Güce kolay boyun eğerler. Kendilerini aşiret reisine, büyücüye, kutsal imgelere, güneşe, hayvanlara ve/veya devlete, tarikata, partiye, ideolojiye, tuttukları takıma feda ederler.
7-) Gücün doğası gereği her iki çağda da orman kanunu geçerlidir.
8-) Birinci Çağda usta avcılar, büyücüler, tasvirciler, Üçüncü Çağda ise şarkıcılar, futbolcular, sinema oyuncuları ve simulatif kahramanlar idoldürler.
9-) İki Çağda da yiyecek bulma ve daha iyi yaşama arzusu büyük göç dalgaları oluşturur.
10-) Her iki çağda da can sıkıntısı ve gelecek düşüncesi, yarın ne yiyeceğim endişesi toplumsal bir hastalıktır.
11-) Hem Birinci, hem Üçüncü Çağda dinden çok ruha, büyüye inanılır. İnsan kendi tanrısını kendisi yaratır.
12-) Birinci Çağda teknolojinin yetersizliği, Üçüncü Çağda ise boğucu fazlalığından dolayı yaratıcılıklarını kullanamayan insanlar şiddete yönelirler.
13-) Her iki çağda da, çocuksu ama safiyetini yitirmiş, az renkli ve cinsellik içerikli resimler, gürültülü müzik ortak özelliklerdendir. vb…..
Bu sergi Gebze, İstanbul ve Boyabat’ta üç ayrı atölyede ve yaklaşık iki yılda hazırlandı. Yardımını esirgemeyen ve isimlerini buraya sığdıramayacağım herkese çağdaş sanat adına teşekkür borçluyum.
…Ve yine bu sergi geleceği kaçınılmaz olan o yakıcı ve büyük çağa adanmış küçük ve insani bir adımdır.
Şimdi bu sert metal imgeler arasından atalarımızı, kendimizi ve çocuklarımızı sorguladığımız zaman sanırım geçmişi ve geleceği daha doğru okuyabiliriz. Bir sanatçı olarak ilk kez gördüğümü gösterirken, yorumlarıma düşüncelerimi de kattım.
- Yorumlar ve Derecelendirmeler
- Herhangi bir yorum yapılmadı ilk yorumlayan siz olun...