ardıç
seninle vardım ben…
senden önce doğdum, seninle sen oldum.
köklerim, geçmişim…
gövdem kalkanım, dallarım özgürlüğümdür.
senle varsam eğer…
ve sen yok ediyorsan beni,
nefesim nefesinden uzaklaşır, titrerim.
bedenim kopar toprağımdan, tükenirim…
*Bilge
Ahşap damlı, kerpiç bir evde dünyaya gözlerimi açtım. Çocukluğum, evimizin hemen arkasında ardı sıra uzanan yeşil bir yoncada* geçmiş. Annem fırsat buldukça buralara götürür, çimlere bırakırmış beni. İlk adımlarım o yoncada ve yoncayı dallarıyla kucaklayan ardıç ağacının altında geçti. Uçsuz bucaksız yoncanın ortasındaki ardıç, bizim en yakın arkadaşımızdı. Kuzenlerimle keşfetmediğimiz yeri yoktu. “Acaba dalları kadar kökleri de bu kadar uzun mudur toprağın altında?” diye merak edip eşeleyebildiğimiz kadar eşelemiştik toprağını. Biz çocuktuk, o bilge bir arkadaştı bizim için. Okul çağı yaklaştığında babam bizi İzmir’e gönderdi. Yıllar geçti tabii. Önce İzmir, ardından İstanbul… Yıllarca gidemedik doğduğum kente. Fakat o ardıç ağacını unutamadım. Lise yıllarımda Van’a, yıllar sonra yaptığım ilk yolculuğumda, dedemim o toprak damlı evi gitmiş yerine bir apartman dikilmişti. Yoncanın yerini ardı sıra dizilen evler, evlerin arasına karışan sokaklar almıştı. Ardıç, o bilge ağaç ise eşelediğimiz köklerine dönmüştü. Onun özgürlüğü, dallarının gökyüzüne uzanması kadar, köklerinin toprağa sıkı sıkı sarılmasıydı aynı zamanda.
Çocukluk yılları, tozlanmış hatıralardan ibaret. Her an bir metafor, bir tanıklık ya da bir hikaye o toz bulutunu kaldırır hafızalarımızdan. Ardıç da öyledir benim için. Ne zaman bir yerde görsem o bilgeyi, sıkıca sarılmak isterim. Aklım, dallarının üstünde bir cambaz gibi yürür, gövdesine yaslanıp gökyüzüne uzanan kollarını izler.
*Yonca – Çayır
*Hayat, Hayat-Ölüm ve Ölüm
Omar, Taylan ve Ali’nin fotoğrafları ardıçın bilgeliğine ithafen bir araya geldi. Omar’ın serileri beni çocukluğuma, bilge ardıçın hatıralarına götürdü. Derin siyahların arasına gizlenmiş griler, beyazlar yine Omar’ın karanlık odadaki baskı ustalığı, onun fotoğraflarında izleyiciyi uzun süre bekletiyor. Yan yana gelen ağaç fotoğraflarının her birinde doğumu gördüm, ölümü de. Ama bir bilgenin doğumu, onun toprakla yıllar süren savaşıysa tutunmak için, ölümü insandan oluyor hem de birkaç dakika içinde.
Taylan’ın bilgeleri, kentin içinde gizlenmiş hayaletler gibi.Tanıklığı ise deneysel fotoğraf anlayışıyla birleşince kentin bilge hayaletleriyle bir anda bize dokunmaya başlıyor. Flu, koyu siyahların içine gizlenmiş ardıçlar, kavaklar, çamlar aslında yoncanın içinde birgün kaybolan ardıçın hikâyesi gibi. Kentlileştirdiğimiz ardıçların bize dair flu bakışları Taylan’ın dramatik tanıklığı ve kendi el yapımı ilkel kameralarının yarattığı dezenformasyon fotoğraflarını biricikleştiriyor. El yapımı, panoramik ve orta format pinholleri ise bu üslubu yaratmak için kullandığı bir teknik. Her ne kadar çağın hızlı dünyası herkese saniyenin bilmem kaçında fotoğraf çekme özgürlüğü veriyorsa, Taylan’ın pinholleri de kentlileştirdiğimiz bilgelerle uzun süre iletişim halinde bırakarak bizi hayat-ölüm ilişkisiyle yüzleştiriyor.
Hep görünmeyenin peşinde Ali. Onun fotoğrafları bir ilüzyon gibi. Kentin içine karışan, kötü peyzaj imgesi haline getirilmiş bilgelerin bize attıkları bakışları kopyalamış. Ali, edebiyattan gelen tanıklığıyla, bilgelerin gövdelerine gizlenmiş bakışları kaçırmamış. Detaylarında, bir anlam bütünlüğü içerisinde düşündüren fotoğrafları tıpkı ardıçın dibinde gökyüzünü seyre daldığım günleri hatırlattı.
Her son bir başlangıç ve her başlangıç da bir sona dönüşür. Bu nedenle ölüm ve yaşam birbirini takip eden süreçler. İşte bu sürekli döngü belki de en çok bir ağacın bedeninde karşımıza çıkıyor. Bir ağacın mevsimsel evrimi, yaşam ve ölüm arasındaki somut gerçeklik değil midir aynı zamanda. Ardıçların yaşatılabildiği bir ülke, yaşanılabilirdir.
Volkan Doğar – Küratör
*BİLGE Fotoğraf Sergisi, Omar Özenir, Taylan Bağcı ve Ali Sefünç’ün fotoğraflarından oluşuyor. 15 Nisan - 30 Mayıs 2015 tarihleri arasında Çok Çok Galeri’de görülebilir.