TILSIM
Bereketli sofralar açıldı… Çarşı Pazar kuruldu… Domatesin, karpuzun sesi çıkmaya başladı…Yoğurtçular çıngırak sesleriyle geldiler… Ben geçmiş ile bu güne yetişmeye çalıştıkça avlular havalandı, adak ağaçları savrulmaya, yemeniler uçuşmaya, şalvarlar yürümeye, develer koşmaya, yüzlerdeki dövmeler canlanmaya, kadın başlıkları konuşmaya, bakır sahanlar şangır şungur devrilmeye başladılar… Kimileri telaşla kırmızıya, kimileri mistik bir hevesle mora, kimileride çingene pembesine kestiler… 24 Kasım – 05 Aralık tarihleri arasında İstiklal Cad. Rumeli Han’da bulunan Su Yücel Atölyesi’nde her gün 11:00 ile 19:00 arası, bu canlılığı, bu hareketliliği sergilemek istedim… Tılsımın etkili olması için….
Sezgilerle sektim zamanın, mekanın içinde… Peki ama bir sezgi nasıl tanımlanır ve nasıl hissedilebilir? O, ağaç kabuklarına saklanmıştır… Bahçedeki rüzgardadır… Akan sudadır… Gözyaşındadır… Doğurgan toprakta ayak izleri bırakır… Onlar geçmişte yaşar… Ve bu gün tarafımızdan çağrılır… Bu gündedir… Soframızda bir yeri vardır. Bazen arkamızdadır, bazen önümüzden gider… Bizi yakalamak için geri geri gelebilir… Bir ayağı gelecektedir…
Yaşadığım olaylar, gördüğüm nesneler, beni onlara sürüklüyor. Zihnimi kuşatan imgelerin içinde yolculuğa çıkıyorum. Nesnelerde tılsımlı bir koz kuruyorum. Bu koza elimden tutarak beni diğer kozalara götürüyor. Düşsel, başka türlü, sihirli bir yolculuktur bu. Mekanını kendimin kurduğu bir yolculuk… Bu yolculuğa başlarken nereye gideceğimi bilemiyorum. Nereye gideceğimi bilemiyorum ama yolculuğun rotası benim elimde… Bu, benim kurduğum mekana doğru bir yolculuk… Bu mekanı; ritim, heyecan, duygu ile sabrı deneyerek, renklerle, çizgilerle, biçimlerle ve ışıklarla kuruyorum… o nedenle bu resim yolculuğuna insanlarla birlikte çıkmak istiyorum….
Tılsımlı nesnelerden oluşan sihirli bir mekan kurdum. Oraya dağı, denizi, rüzgarı koydum. Beş ve sekiz köşeli yıldızı… Yılanı ve geometriği… Bitki desenlerini… Hem bitişin hem başlangıçın imgesi noktayı, bir uca sesi, bir uca kuşun kanadını koydum. Üçgeni, dörtgeni, zikzakları… Gün görmüş şifalı muskalar gelip durdular resmin orta yerinde… Evlerin kapıları, pencere üstleri, at eğerleri, örtüler, yemeniler, üç etekler, çeyiz işlemeleri… Gümüş tepsiler, bakır siniler, sabır imgesi tespihler, yere göğe sığmayan boncuklar, kök boyalı halılar, kilimler… Kumaşların, bezlerin, ketenlerin içine girip hikayelerine kulak verdim… Sedef kakmalı, çeyiz işlemeli kadim sandıkların içinde saklambaç oynadım… Üstüme başıma toprak ve geçmiş sindi… Böylece zaman ve mekana, kıssadan hisseli masallara ve hikayelere bulaştım.
Atölyede resimler bir bir tamamlandıkça, bir gürültü tuttu ortalığı… Bağrıştılar, gülüştüler, küfürleştiler, ağlaştılar ve cilveleştiler… aracısız konuştum onlarla, senli benli oldum… Her biri keyifle yolumu kesti… Bende müjdeyle yakaladım onları… Zamanın, mekanın ve geçmişin içinden buldum çıkardım… Ve tutup buraya, sizlere getirdim…
Renk gittim, çizgi gittim… Form gittim, ışık gittim… Bu yolculukta sezgilerim, heyecanlarım, telaşlarım, sevinçlerim beni yalnız bırakmadı. Geçmişe gittikçe toprağa, toprağa gittikçe geçmişe vardım. Nesnelere dokundukça insanın, insana dokundukça nesnelerin ah’larını ve sevinçlerini işittim. Uzaklaştıkça yaklaştım, yaklaştıkça uzaklaştım.
Aylardır zamanın ve mekanın, insanların ve eşyaların içinde tılsımlı bir yolculuktaydım… Artık yol ve yolculuk bitti… Yolcu renklerle, çizgilerle, resimlerle döndü. Sizlerle birlikte resimlerin içinde yeni bir yolculuğa çıkmak için döndü.
Sergi, 11:00-19:00 arası ziyarete açıktır.