Tekinsiz/ Unheimlich
The uncanny/ UnheimlichSergi Tarihi: 15 Eylül- 23 Ekim 2005
Sanatçılar: İnci Eviner, Serkan Özkaya, Şener Özmen, Seza Paker, Cengiz Tekin
Küratör: Ali Akay
Kendi İçinde Yabancılık: Unheimlich
“Modern masallardaki tuhaflık artık Perault veya Grimm kardeşlerin veyahut da Hoffmann’ın masallarından daha Unheimlich (tekinsiz); sanki bize bir tanıdıklık duygusunu verirmişcesine bize yabancılaşıyorlar. Bize en yakın duran nesnelerimiz sanki bize tuhafcasına bakıyorlar, bizim dentimizden çıkıyorlar. Dilimiz bize yabancılaşırken tuhaf seslerle karışmaya başlıyor. Normal gibi duran çalışmalarımız yersizyurdsuzlaşıyor. Kendimiz bile bize ayrı kalıyor.Tanınmazlık, farkedilmezlik oluş içinde açılıyorlar ve açımlanıyorlar. En uzaktaki en yakına gelirken en yakındaki ise en uzağa giderken, tuhaflaşarak, tekinsizleşiyor. En ufak en büyükmüş gibi kendisini gösteriyor.hepsi başkalaşıyor.Politika bile kahve konuşması olarak bize yabancı gelmeye başladı. Aynı yerdeyiz ama orayı benzetemiyoruz bir yere. Tuhaflık. Evimiz bile başkalaşırken, tanıdık bakışlardan uzaklaşırken, tanınmazlaşırken yakınlaşıyor ve uzaklaşıyor; zorlanıyoruz onları tanımak için; oradalar mı? oradakiler bildiklerimiz mi ?Deforme olmuşlar mı? Yine tanınmaz haldeler, belki de, onlara ilk defa bakıyoruz, kimbilir?”
Unheimlich kavramı, basmakalıp fikirleri yerlerinden eden psikanalizin, sanatçının etrafındaki dünyayı sorgulayarak yersizyurdsuzlastiran yeni konumlandırmalar yaratma biçimlerini bir kez daha çeşitlendirdiğini gösterir bize. Yalnızca psikanaliz değil, politika da, tiyatro ve farklı sanat dalları da bu kavramda bir hareket alanı bulur, ancak burada ilerlemek gelişmeyle değil, bir anlamda şimdiki zamanda parçalanmış bir bütün olarak varolan geçmişten anımsananların hatırası ve hafızasına bütünüyle yabancılaşabilecek kolektif değerlerin elden geçirilmesiyle eş anlamlıdır.
Sergi sosyolog için son derece önemli bir temayı, Marx’taki yabancılaşma kavramına yakın duran Durkheim’ın anomi temasını yeniden bir sorunsal olarak ortaya koyabilir. Bu kavram üstüne yazarken ne diyordu Marx? Fazlasıyla romantik bir biçimde, doğayı değiştiren işçinin üretim ilişkilerini dönüştürdüğünü, ve bu dönüştürme esnasında, barbarlaşırken hayatı uygarlaştırdığını açıklıyordu bize, işçi hayvanlaşırken ya da insanlık dışı bir yaratığa dönüşürken doğaya insani nitelikler kazandırıyordu vs. Bir sanatçı beslendiği ortamı dönüştürürken, hatıra, işçi/yaratıcı gereklidir. Ama ortam değiştiğinde neler olur? Bu durumda kendi ortamı anomi ve yabancılaşma alanına dönüşür. Artık yabancılaştığı böylesi bir ortamda nasıl olur da yeniden etkiler ve etkilenir? Bunun için öncelikle ben’den farklı olan “kendi” üzerinde yoğunlaşması gerekmektedir. Ortamın değişme biçimi, dönüşmesi, değişebilir olsalar da üretim gereçlerini değil, özellikle şeylere bakma biçimimizi ilgilendirir; çünkü şeyler, birer olgu olarak, sanatçıların işe koyulmasına olanak tanıyan “öznelleştirilebilir nesnelliklerdir”.