19. Yüzyılda Osmanlı Başkenti: Değişen İstanbul-1

Zeynep Çelik

İstanbul Rehberi İstanbul Yazıları 19. Yüzyılda Osmanlı Başkenti: Değişen İstanbul-1

İstanbul`un denizden görünüşü her zaman ilham kaynağı olmuştur. Seyyahların notları hep kentin denizden görünüşünün göz kamaştırıcı ihtişamıyla açılır. Edmondo de Amicis`in "Sevgili İstanbul"u hakkındaki ilk izlenimleri biraz aşırı duygusal da olsa, 19. yüzyıl sonu İstanbul`unun muhteşem kent imajını yansıtır:

Sağda Galata, önünde bir direkler ve bayraklar ormanı; Galata`nın üstünde Pera, gökyüzüne karşı Avrupa sefarethanelerinin muhteşem siluetleri; önde iki yakayı bağlayan ve üzerinde iki zıt hayatın renk cümbüşünün gidip geldiği köprü; solda, yedi tepe üzerine serpiştirilmiş, her tepesi kurşun kubbeli ve altın alemli devasa bir camiyle taçlandırılmış İstanbul... mavi ve gümüşün en ince tonlarının eridiği gökyüzü, bütün bunlara muhteşem bir zemin oluştururken, üzerinde mor, küçük şamadıralarla gökyakut bir suyun titreyerek yansıttığı beyaz narin minareler, kubbeler, güneşte parlamaktadır. Yoğun yeşillikler kütlesi sabahın ilk ziyalarında adeta dalgalanıp gerinmektedir... Bunun dünyanın en güzel manzarası olduğunu inkar etmek herhalde en büyük kabalık, hatta Tanrıya ve nimetlerine karşı en büyük nankörlük olacaktır. Ve kesindir ki daha güzel herhangi bir şey insanoğlunun haz alma kabiliyetinin fevkindedir.

Ancak, her seyyahın karaya ayak basar basmaz keşfettiği bir başka gerçek daha vardır ki, o da kentin denizden görünüşünün yanıltıcı olduğuydu. İstanbul yorgun ve bakımsızdı. Yangınlarda tahrip olan birçok mahalle uzun süre yeniden imar edilemiyordu. Uzaktan parıltılı görünen anıtlara yakından bakıldığında birçoğunun tamire muhtaç olduğu görülüyordu. Birçok zengin aile, Haliç`in öteki yakasındaki yeni mahallelere taşınmıştı. Geride bıraktıkları konaklar ise bölünüp düşük gelirli ailelere kiralanıyordu. İnşaat faaliyeti Galata tarafına geçmişti ve birkaç iş hanı veya kagir konak dışında İstanbul tarafında yeni inşaat yapılmıyordu. Muhteşem eski kent peyderpey çalışan sınıflara terk ediliyordu.

Galata`nın hikayesi ise farklıydı; burası imparatorluğun çağdaş ve Batılılaşma hayatının merkeziydi. Galata`ya denizden bakıldığında düzenli çizgileriyle yüksek ve görkemli binaların siluetleri görülürdü. Galata`nın genel karakterini o dönemin bir Osmanlı yazarı şöyle tanımlar: "Binaların birçoğu yeni ve kagir olduğundan deniz görünüşü pek güzeldir, ancak sokakları dar ve eğri büğrü olduğundan içi o kadar hoş değildir". Yüzyılın sonunda kenti ziyaret eden ingiliz seyyah W.H. Hutton, Galata ve Pera`nın "uygarlığın fakir bir uç karakolu" olduğunu söylüyordu. Hutton, 19. yüzyıl İstanbul`unun geçirdiği değişiklikleri gerçeklerin üzerine çekilmiş ince bir perde olarak görüyordu: "Bütün değişikliklere rağmen, istanbul hala karanlık çağların kentidir. Her an perde düşüp trajik bir dehşet sahnesi ortaya çıkabilir. Bir yandan da Batı uygarlığının grotesk bir taklidi yaşanmaktadır."

Her ne kadar yazarın "dehşet" kavramı Batılı olmayan kültürlere önyargılı yaklaşımın ürünüyse de, söylenenlerde gerçek payı vardır. Galata ve Pera`nın biçimsel karakteri, bırakın imparatorluğun geri kalan topraklarını, başkentin nüfusunu oluşturan çoğunluğun yaşam biçimiyle uyum içinde değildi. Ancak, sosyal ve ekonomik modelleriyle ithal edilen Batılı çehre, çok küçük bir azınlığın kucakladığı değerler o denli yerleşmişti ki İstanbul`u ikili bir kente dönüştürerek imajına güçlü, yeni bir parça katmıştı; Haliç`in bir yakasında İstanbul, diğerinde Galata vardı artık.
Türkler Pera`da yabancı ve mahçup gözlemciydiler. De Amicis`in sözleriyle:

Burada, Rum, İtalyan, Fransız züppeleri, tüccar asilzadeleri, muhtelif yabancı delegasyon memurlarını, yabancı bahriye subaylarını, elçilik maiyetlerini ve her milletten kuşkulu simaları görmek mümkündür. Türk erkekleri, kuaförlerin vitrinlerindeki balmumu mankenlere hayranlıkla bakmakta ve kadınlar şapkacı dükkanlarının önünde ağzı açık duraklamaktadırlar. Avrupalılar burada başka yerlere nazaran daha yüksek sesle gülüşüp, sokak ortasında şakalaşırlar. Bu arada Türkler, sanki yabancı bir memleketteymiş gibi, başlarını istanbul tarafındaki kadar dik tutamamaktadırlar.

İstanbul ile Galata arasındaki tezat o derece çarpıcı hale gelmişti ki konuya birkaç defa II. Abdülhamid`in dikkati çekilmişti. 1879`da kendisine sunulan, "Galata ve Pera`nın mamuriyetine nazaran İstanbul tarafının harap hali " başlıklı bir raporda şu satırları okuyoruz:

Nefsi İstanbul şehriye Galata ve Beyoğlu`nun gerek anbiye ve gerek intizam cihetiyle farkı pek ziyade göze çarpacak derecede olup mesela dersaadet`te kagir olarak küçük ve büyük pek adi surette yapılmış 300 adet hane mevcut ise Galata ve Beyoğlu`nda kıymetli ve ekserisi müzeyyen olarak birkaç bin hane mevcuttur ve Avrupa `nın ikinci ve üçüncü derecede bulunan şehirlerinde asr-ı medeniyet olarak görülen şeylerin pek çoğu Beyoğlu`nda görülmekte olup İstanbul`da ise bir küçük memlekette bile vücudu elze molan otel denilen misafirhane bile bulunamadığından Rumeli ve Anadolu taraflarından maslahata Dersaadet`e vurud eden eşraf ve erkan Beyoğlu`nda kain otellerde oturmağa mecbur olmaktadır ve böyle bir asr-ı medeniyette İstanbul sokakları halen zulmette kalıp halkın Çİn`de olduğu gibi fenerlerle gezmesi ve Galata ve Beyoğlu`nda gazla tenvir olunmuş bulunması ne surette calib_i nazar-ı dikkat olduğu malumdur. Galata ve Beyoğlu taraflarında birkaç kere vuku bulmuş olan başlıca hariklerde müteharik olan haneler arsalarında bugünkü gün hiçbir arsa-i haliye kalmayıp cümlesi kagir olarak inşa kılınmış ve halbuki İstanbul`da bundan elli sene evvel mukaddem vuku bulmuş olan Cibali ve ahiren vuku bulan Hocapaşa ve Aksaray hariklerinde müteharik olan haneler arsalarından pek çokları hali bulunduğu maateessüf görülmektedir.

İstanbul`un görünüşü hükümdarları o denli rahatsız etmiş ki başkenti modern standartlara kavuşturmak için birçok girişimde bulunulmuştu. Bu çalışmanın muhtelif bölümlerinde görüldüğü gibi, Tanzimat sonrası Osmanlı reformcuları İstanbul`un üç ana sorunu olduğunda görüş birliği içindeydiler: Düzensiz sokak dokusu, bölünmüşlüğü ve köhneliği. Bu sorunlar yüzünden, Osmanlı`nın Batıcı bürokratlarının nazarında modernliğin ve gelişmişliğin simgesi haline gelmiş olan Batı kentleriyle kesin bir tezat yaşanıyordu. Avrupa tarzı reformlar uygulayarak imparatorluğu "kurtarmak" ilkesine uygun olarak, İstanbul Batı ölçütlerine göre modernleştirilmeliydi. Reformcuların ortak görüşlerine göre modernleşme, kent dokusuna düzenli bir görünüm kazandırmak, başkentin çeşitli semtleri arasında iletişimi sağlamak ve kentin görünümünü güzelleştirmekle sağlanabilirdi.

Bu sorunların çözümleri iç içe girmişti. Sokak dokusunun düzenlenmesi, eğri büğrü, birçok çıkmazı olan kısa sokakların yerine, birbirleriyle bağlantılı, düz, açık ve aynı genişlikte arterlerin yaratılması demekti. Ayrıca tek tip bir mahalle dokusu yaratmak için yeni bina nizamnameleri uygulamaya konuldu. Düzenleme sahillerin harap binalardan arındırılarak geniş rıhtımların yapılmasını da içeriyordu.

Kaynak: 19. Yüzyıl Osmanlı Başkenti: İstanbul / Zeynep Çelik / Tarih Vakfı Yurt Yayınları / S: 96-100

Paylaş:

İstanbul Fotoğrafları İstanbul Tarihi İstanbul Müzeleri Dini Mekanlar Tarihi Eserler İstanbul İlçeleri Daha Fazlasını Göster

SAYFAYI PAYLAŞIN

Facebook Twitter İnstagram Pinterest Mesaj Email
KAPAT

HAKKIMIZDA

Hakkımızda iletisim Yasal Uyarı Reklam Android Apple
KAPAT