Tanzimat sonrası dönemin geleneği olan Avrupalı
uzmanlara başvurma adeti Cumhuriyet döneminde de sürdürüldü ve
Türkiye`nin kentlerini modernleştirmek üzere birçok Avrupalı uzman davet
edildi. İstanbul`un gelişmesini "nazım planlar"la denetim altına
almak için ilk çaba 1930`larda görüldü. Bu ilk danışmanlar heyeti
Fransız ve Almanlardan oluşuyordu: Alfred Agache, Herman Elgötz, H. Lambert
ve Martin Wagner`in kent planmasında temel konular olan, büyüme, ulaşım,
tarihi korumacılık ve bölgelerin oluşturulması gibi alanlardaki önerileri
uygulanmadı, ancak raporları günümüze kadar geldi. Öte yandan, 1936 ile
1951 arasındaki İstanbul`da bulunan Fransız mimar ve plancı Henri Prost
hayati bir rol oynamıştı. Prost`un İstanbul için geliştirdiği projenin
bazı bölümleri halen yürürlüktedir. Prost`un planı bu kitapta ele alınan
değişik devirlerdeki birçok konuyu içermesi açısından da ilginçtir.
Örneğin, İstanbul için önerdiği karayolu ağı, von Moltke`nin 1839
planını hatırlatmaktadır; Teodosios Surları`na paralel giden arter, 1900
yılında bir Ringstrasse (çevreyolu) yapılması için öne sürülen noktaları
hatırlatır. Bir diğer örnek, Prost`un önerdiği Galata Köprüsü-Beyazıt
bağlantısının, Gavand`ın 1876 yılında düşündüğü metro sistemine
benzerliğidir.
Planlamada ikinci dalga 1950`lerde yaşandı. Bu
aşamada görüşlerine başvurulan uzmanlar, Alman plancı Hans Högg ile
İtalyan plancı Luigi Piccinato`dur. Högg`ün çalışmaları özellikle
mekansal kullanım esasına göre ayrışmanın önemine değinirken,
Piccinato`nun planı daha genel, bölgesel bir yaklaşım içeriyordu. 20. yüzyılın
ikinci yarısında Türk plancı ve mimarlar İstanbul`un planlamasıyla daha
doğrudan meşgul oldular. 1950`lerden sonra yaşanan, kentin o zamana kadar görülmemiş
oranda büyümesi, kent planlamasının mevcut sorunlarına yeni bir boyut
ekledi.
Tanzimat`ın ilanından bu yana 150 yıldan fazla bir
zaman geçti. Bu uzun süre zarfında kentte ulaşım ağı geliştirildi, yeni
yollar ve meydanlar açıldı, çıkmaz sokaklar neredeyse tümüyle ortadan
kalktı, İstanbul ve Galata tarafının sahilllerinin büyük bölümü düzene
sokuldu, en ücra mahallelere çağdaş ulaşım götürüldü ve yapılaşma
neredeyse tamamen kagire (bugün beton anlamına geliyor) dönüştürüldü.
Beton yapılaşmanın kalitesizliği nedeniyle yeni binaların bile harap ve
tamamlanmamış bir görünümü vardır. Haliç`in iki yakası arasındaki
karşıtlık günümüze kadar gelmiştir. İstanbul ve Galata hala değişik görünümdedirler:
İstanbul`un silueti cami ve külliyelerin kubbe ve minareleriyle belirlenmeye
devam ederken, Galata tarafının Batılı görünümü bazıları yirmi katı
aşan binaların inşasıyla daha da belirginleşmiştir.
Bugünün İstanbul`u devasa bir alana yayılmıştır.
Kent sınırları artık Teodosios Surları`yla belirlenmiyor, batıya doğru
uzanıyor. Son otuz yıldır oluşan yeni yerleşmeler Haliç`in iki yakasında
da 19. yüzyıl kent sınırlarının kilometrelerce ötesine geçti. Bu gelişme
çok çabuk ve çoğu kez organik oldu; sonuç bir kez daha düzensiz yerleşme
kalıplarıydı.
19. yüzyıl kentinin sorunları bugün de devam ediyor,
ilk plancıların hedefleri de. 20. yüzyıl plancıları hala 1836`da Reşid
Paşa`nın imparatorluğa getirdiği "intizam" kavramını oturtmaya
çalışıyorlar.
Tanzimat Fermanı Sonrası Yapılan Büyük Mimari Projeler
Tanzimat Fermanı`nın 1839`da ilanından, 1908`de II. Meşrutiyet`in ilanına kadar geçen yetmiş yıl içinde, İstanbul`a yönelik üç iddialı ve geniş kapsamlı kent tasarımı projesi hazırlandı. Bu projelerin ortak amacı ulaşım ağını modernleştirmek ve Batı teknolojisi ile kültürünü esas alan bir kent imajı geliştirmekti. Her üç tasarı da yabancı mimar ve mühendislere ihale edildi.
Helmut von Moltke`nin eseri olan 1839 tarihli ilk plan, Abdülmecid zamanında tamamlandı; Tanzimat heyecanının açtığı yoldan yürümekteydi. F. Arnodin ve Joseph Antonie Bouvard tarafından önerilen diğer iki proje ise Abdülhamid döneminde gündeme geldi. Dönemin başka birçok projesi gibi, bunlar da gerçekleşemeyen iddialı tasarımlardı. Her iki plan da imparatorluğun geçişteki gücünü ön plana çıkarmayı ve bu gücü simgesel olarak başkentteki yeniden inşa projelerinde ifade etmeyi umuyordu.
Bir Bütün Olarak Düşünülen Kent: Von Moltke Planı
Tanzimat reformlarının anahtar kavramlarından biri olan merkeziyetçilik, daha 1839`da kent planlamasına yansımıştı. Peyderpey yapılmış olan kent ilk kez bir bütün olarak düşünülüyordu. Helmuth von Moltke, II. Mahmut tarafından İstanbul`un ayrıntılı bir haritasını çıkarmak ve sokak örüntüsünü düzeltecek bir plan yapmakla görevlendirildi. Her ne kadar bu planı henüz bulunamamışsa da, Von Moltke`nin haritası birkaç kez yayımlanmıştır. Ancak, Ergin`in yayımladığı 1839 tarihli bir belgede projenin ayrıntılı tarifi vardır. Von Moltke`nin planının, salt sözlü olarak ifade edilmiş olması mümkündür, çünkü bugüne dek bu plana ait herhangi bir kanıt ele geçmemiştir.
Von Moltke`nin başlıca amacı, İstanbul yarımadasının ticari ve idari işlerinin yürütüldüğü kalbiyle eski Bizans kapıları arasında geniş yollar açarak kesintisiz ve kolay bir ulaşım ağı geliştirmekti. Aynı zamanda, konut mimarisi, yangınları önlemek amacıyla aşamalı olarak ahşaptan kagire dönüştürülecekti. Von Moltke beş 60 ana arter öneriyordu. Birincisi, Topkapı Sarayı`nın dış kapısı olan Bab-ı Hümayun`u Aksaray`a bağlayacak, yani eski Divanyolu`nu (Bizans döneminin Mese`sini) izleyerek Beyazıt Meydanı`ndan geçecekti. İkinci yol Aksaray`ı Teodosios Surları üzerindeki Topkapı`ya bağlayacaktı. Beyazıt Meydanı`nı Fatih`e bağlayan üçüncü yol, Fatih Külliyesi`nde ikiye ayrılarak iki büyük Bizans kapısı olan Edirnekapı`ya ve Eğrikapı`ya ulaşacaktı. Dördüncü bağlantı ise Kadırga ve Yedikule arasında Marmara sahilini izleyecekti. Son olarak beşinci yol, Eminönü`nde Yeni Cami önünden başlayarak, Haliç`e paralel gidecek ve kentin en önemli Müslüman ibadet merkezi olan Eyüp`te son bulacaktı.
Von Moltke`nin projesi kentin eski Bizans yollarını izlemekteydi. Gerçekten de Konstantinopolis`te forumları birbirine bağlayan ana cadde, yani Mese, Forum Tauri`de (Beyazıt Meydanı) ve Forum Bovis`de (Aksaray) ikiye ayrılarak Teodosios Surları`ndaki kapılara ulaşıyordu. Ayrıca, Von Moltke İstanbul yarımadası sahilinin iki yakasında, Haliç ve Marmara`da sahile paralel iki büyük yol önermiş, ancak Haliç ile Marmara kıyıları arasında doğu ve batı arterlerini birleştirecek bağlantıları öngörmemişti. Moltke`nin amacı sadece başlıca mahalle ve kapılara ulaşımı sağlamaktı.
Kaynak: 19. Yüzyıl Osmanlı Başkenti: İstanbul / Zeynep Çelik / Tarih Vakfı Yurt Yayınları / S: 96-100