Mimari üslup açısından ikinci köprü çok daha iddialıydı. Bu köprü de her biri ikişer ayktan oluşan üç taşıyıcı elemanın taşıdığı bir asma köprüydü. Boğaz’ın girişindeki nisbeten işlevsel görünüşlü, çelik-demir karışımı köprüden farklı olarak, padişahın adını taşıyacak olan Hamidiye Köprüsü’nün çok daha romantik çağrışımları vardı. Bu köprünün taşıyıcı ayakları, köprü geçidi düzeyinde camilere dönüşüyordu. Her camide merkezi bir kubbe ve dört minare vardı. Projeyle birlikte sunulan betimlemeye göre, köprünün mimarisi Selçuklu üslubu ve diğer İslami üsluplardan esinlenmişti: “Kubbeler İslam halifelerinin saraylarını hatırlatmaktadır ve Müslümanların halifesi olan Osmanlı sultanının dini ve siyasi iktidarını simgeler ve yüceltirler. Arap üslubunda, renkli tuğlalar, çiniler ve parlak metallerle bezenmişlerdir.
16. ve 17. yy. kuzeybatı Afrika mimarisinin bütün güzelliğini gözler önüne sererler.” Hamidiye Köprüsü özellikle geceleri daha da efsunlu bir havaya bürünecekti: “Binlerce elektrik lambası köprüyü ulvi bir ışıkla kapladığı zaman, Arap üslubundaki süslemeler tüm zerafetleriyle muhteşem biçimde ortaya çıkacak ve köprü bir bakanın bir daha gözünü ayıramayacağı, şehrin manzarasını tezyin eden baştan sona bir güzellik olarak görünecektir.
(Resim3: Arnodin2in Kandilli-Rumelihisarı Köprüsü önerisi-1900)
Bu sihirli hava Arnodin’in yaratmak istediği etkinin ta kendisiydi. Mimarın başlıca kaygısı İslami mimari geleneğine sadık kalınmasıydı. Ancak, belki de mimarın İslam mimarisini tek tip ve farklılaşmamış bir bütün olarak görmesinden dolayı köprüde kullanılan motifler yerel değildi. Her ne kadar projedeki betimlemede köprü ayaklarına oturtulan camilerin Arnodin tarafından 16. ve 17. yy. Selçuklu üslubuyla yapılacağı ve süslemelerin de Arabi tarzda olacağı söyleniyorsa da, projede yer alan çizimdeki camiler Kahire’deki geç devir Memluk türbe mimarisi kopyasıdır. Köprü camilerindeki dörder minarenin konumu, bazı Osmanlı camilerinde görülen (örneğin Edirne Selimiye Camii) simetri anlayışına uygun olsa da, mimari üslup gene geç devir Memluk’tu. Arnodin’in başlıca esin kaynağı, Napoleon Bonaparte’ın Mısır seferi sırasında derlettiği, Memluk mimarisine ait zengin çizimlerin yer aldığı Description de L’Egypte (Paris, 1820-1826) adlı dev çalışma olmalıdır.
Her ne kadar Arnodin’in tasarım çalışmasının mimari açıdan zaafları ortadaysa da, İstanbul için ilk kez öneriliyordu. Belki de fikirlerinin yeniliğinden, ama çok daha büyük ihtimalle ekonomik nedenlerle, Arnodin’in projelerine çok olumlu bakılmadı. Bu konuda herhangi bir irade çıkmadı ve projenin uygulanması için herhangi bir girişimde bulunulmadı.
Büyük Projeler
Beaux-Arts Plancılığı: Bouvard`ın Bulvarları:
20. yüzyılın başında, Amerika`da Güzel Şehir (City Beautiful) akımı Amerikan kentlerine yeni bir düzen ve birliktelik getirmeye çalıştığı sıralarda, İstanbul için de benzer bir proje hazırlandı. Projede imzası olan şahıs, Paris Belediyesi mimari bölümü genel müfettişi, beaux-arts eğitimli, Joseph Antoine Bouvard idi. 19. yüzyılın başından beri Paris, Osmanlı elitinin gözünde Batı kültürü ve estetiğinin doruğu olarak görülüyordu. Bu nedenle Paris`in bu seçkin mimarının, sahip olduğu bilgi, yetenek ve incelikten dolayı İstanbul`un çağdışı kalmış kent imajını yenileyecek kişi olduğuna yürekten inanılıyordu.
Joseph Antonie Bouvard (1840-1920), 1900 yılında Jean Charles Adolphe Alphand`ın yerine genel müfettiş olarak atandı. Bouvard`ın ünü büyük ölçüde dünya sergilerindeki çalışmalarından kaynaklanıyordu. Dikkatleri ilk kez 1878`de Paris Dünya Sergisi sırasında, makina sergilemek için kurduğu Paris Şehri Pavyonu`ya çekmişti.
İkinci şaheseri, 1889 Resim1: Bouvard`ın At Meydanı Projesi-1902) Paris Sergisi`nde inşa ettiği, bütün Champs de Mars boyunca uzanan ve Seine nehrine doğru iki kanadı ve büyük kubbesi bulunan, devasa Sanayi Sarayı Palais des Industries Diverses) idi. "Kubbenin güzel siluetine ve zarif çizgilerine sonsuz övgüler düzülmüştü". Bouvard`ın bu binasının görkemli boyutları ve genel palnı ile kubbelere olan saplantısı, İstanbul için sunacağı projede de sık sık görülecektir. Paris sergilerinde uygulanan mekan planlamsı ilkeleri de Bouvard`ın İstanbul için hazırladığı projeleri epeyce etkilemişti.
Bouvard`ın ünü 1901 yılında Fransa`nın en yüksek şeref payesi olan Legion d`Honneur nişanını almasıyla doruğuna ulaştı. Tam bu sırada Osmanlı hükümeti İstanbul için bir proje hazırlamasını Bouvard`ın teklif etti. II. Abdülhamid`in Paris elçisi olan Salih Münir Paşa, bu seçimin bizzat müdahili olmuş ve daha sonra mantığını kayda geçirmiştir. Büyükelçinin oldukça sık vuku bulan saray ziyaretlerinden birinde padişah ona bir kağıt parçası göstermiş ve şunları söylemişti:
Bu kağıdı görüyor musun, işte bu beni dünden beri rahatsız ediyor. Avrupalı bir seyyahın İstanbul`a dair bir gazete ile neşrettiği uzun bir makalenin tercümesi, beyatının bazıları yanlış ve haksız. Eminönü Meydanı ve Karaköy Meydanı ve Galata Köprüsü gibi seyyahların en evvel gözlerine çarpan yerlerin ve Avrupa`da Nice ve İtalya sahilleri gibi letafetiyle meşhur yerleren daha güzel bir hale konulabilmesi mümkün olan Sarayburnu`ndan Yedikule`ye kadar sahildeki mahallelerin ve memleket dahilindeki sokakların temizlenmeyip, tamir edilmeyip, tanzim ve imar edilmemesinden dolayı bizi şiddetli surette muahaza ediyor, mes`ul tutuyor, bu doğru sözlere karşı ne diyebiliriz? Ya kabahatları yüklenip susmalı ve herkezin tarizine baş eğmeli ve yahut payitahtımızın layiki üzere temizlenmeli, süslenmeli, mamur bir hale koymalıyız. Bu işi ancak sen kusursuz görebilirsin. Çünkü çok vakittenberi Avrupa`da yaşıyorsun. Avrupa`nın pek çok taraflarını dolaştın, süslü şehirleri ziyaret ettin, süslü şeylerden ve mühendislikten anlarsın, sana geniş salahiyet ve nüfuz verelim, git Fransa`da bu işlerden anlayışlı ve cidden ehliyetli adamları toplayıp buraya getir, benim nezaretim ve senin riyasetin altında senin intihap ve arz edeceğin memurlardan mürekkep bir komisyon yapalım ve işe başlayalım.
Bunun üzerine Salih Münir Paşa Bouvard`la irtibat kurarak İstanbul için bir nazım plan geliştirmesini istedi. Paris`teki yükümlülükleri İstanbul`a gelmesini imkansız kıldıysa da, Bouvard bu teklifi geri çevirmedi ve bir avan proje hazırlamak üzere İstanbul`un büyük boy fotoğraflarını sipariş etti. Her ne kadar Bouvard Osmanlı padişahı tarafından istihdam edildiyse de, sonunda Fransız hükümeti Bouvard`ın masraflarını karşıladı ve projeyi Osmanlı hükümetine resmi hediye olarak takdim etti.
Kaynak: 19. Yüzyıl Osmanlı Başkenti: İstanbul / Zeynep Çelik / Tarih Vakfı Yurt Yayınları / S: 96-100