Günümüzde biri size “Adalar’a gidiyorum” derse “Oh, ne güzel” diye cevap verirsiniz. Adalar güzeldir, oraya gitmek de ucunda keyif görünen bir iştir. Ama İstanbul henüz Konstantinopolis iken biri aynı şeyi söylese tepkiniz daha değişik olurdu. “Vah vah”, “Tanrı kurtarsın” gibi bir cevap vermek uygun olurdu.
Bizanslılar buralara “Prens Adaları” diyordu, çünkü Adalar, prenslerin ve imparatorların çoğunlukla gözleri oyulduktan sonra sürülüp hapsedildikleri yerlerdi. Bir de ciddi inzivalara çekilen keşişler bu adalara giderlerdi. Dolayısıyla adalara verilen bir başka ad da “Papadonisia” (Papaz Adaları) idi. Genellikle balıkçılıkla geçinen az sayıda insan yaşıyordu buralarda.
Adaların tarih ve talihindeki bu değişimin tek nedeni ulaşımdır. Hızlı gemiler ortaya çıkıp mesafe kavramını değiştirinceye kadar, Adalar İstanbul’un çok uzağında, ücra bir yerdi. Onun için bu saydıklarımla eksantrik İngilizler dışında kimse buralarda zaman geçirmek istememişti.
İstanbul’dan gelişe göre önce Kınalı’ya (Proti) varılır. Sonra Burgaz (Antigone – Türkçe adı Prygos’tan), Heybeli (Khalki) ve Büyükada (Prinkipo) sıralanır. En sonda, yakın zamanlarda üzerine evler yapılan Sedef (Antherovitos) vardır.
Büyükada’nın arkasındaki Neadros ada bile sayılmaz, genişçe bir kayalıktır; ama burada da münzevi bir keşiş barınağının kalıntısı bulunur. Burgaz’la Heybeli arasında küçük Kaşık Adası (Pytis) vardır. Daha açıklarda iki küçük ada daha görünür: Yassıada ve Sivriada. Bunların Yunanca adlarının anlamları da aynıdır: Plate ve Oxya. Anadolu kıyısında, Maltepe önünde kalan Dragos Tepesi, yer şekillerinin oluşumu sırasında ada olma şansını az farkla kaçırmıştır. Daha ilerde, doğuda, Pendik önlerinde küçücük Pavli Adası vardı. Bu ve onun da doğusundaki Tuzla’daki Tavşan Adası yeni yapılan tersaneyle birlikte karaya bağlandılar. (Tavşan Adası zaten alçak bir kıstakla karaya bağlıydı.)
Adalar’da yerleşim lodos alan açık deniz taraflarında değil, karaya bakan kısımlardadır.
Adalar artık sürgün yeri değil ama nüfus yapısının ilginç bir özelliği var. İstanbul’un gayrimüslim azınlıkları Adalar’da yaşamayı ya da yazları orada geçirmeyi tercih ediyorlar. Kınalı’da Ermeniler, Burgaz’da Rumlar, Büyükada’da Yahudiler yoğunluk oluşturuyorlar. Sanatoryumu, Deniz Harp Okulu, Rum Papaz Okulu ile hepsinden değişik bir resmiyeti olan Heybeli’de Türkler çoğunlukta. Son zamanlarda güneydoğu illerinden İstanbul’a gelen Süryanilerin de Adalar’da ev almaya ya da yaptırmaya başlamaları bu bakımdan ilginç. Demek ki ada, azınlık psikolojisine uyan bir mekan (bu da anlaşılır bir olgu elbette.)
İlk buharlı vapur Adalar’a 1846’da geldi. Sabah Büyükada’dan İstanbul’a, akşam İstanbul’dan Büyükada’ya gelen bir vapurdu bu. Ama onun varlığı, Adalar’ın izolasyonunu kırmaya yetti. Kadıköy tarafında Caddebostan-Erenköy ekseni olsun, Boğaz’ın iki kıyısı olsun, daha önceki dönemlerde yazlıklarla dolmuştu. İstanbullular yeni yazlık yeri arıyorlardı. Böylece Adalar’da yeni konaklar yapılmaya başladı. Yazar Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi bu bahçeli konaklar biraz “sonradan görme”ydi. Batı etkisinde ve eklektik üsluptaydılar, o sıralarda (1875-1920 arası) Osmanlı’da her şeyin olduğu gibi. Adalar’ın önde gelen ilk sevdalıları aydınlar, özellikle sanatçılardı.
19.yy sonlarında Adalar’a ilk olarak çamlar dikildi (buraları şimdi gören ve tanıyanların, yüzyıl önce bunların çıplak olduğunu tahmin etmeleri zor.) Şairler, romancılar, tiyatrocular bu çamların altında bohem zevkler yaşadılar.
Kaynak: İstanbul Gezi Rehberi, Murat Belge, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 6.baskı, 1999, sayfa 329-331