Anadoluhisarı, adını 14. yüzyıl sonlarında I. Beyazid tarafından yaptırılmış olan hisardan alır. Fatih gibi Bayezid de İstanbul`u almayı tasarlıyordu. Ne var ki, bu büyük sefere girişmeden önce doğuya dönüp Timurlenk`i durdurması gerekti. İki ordu arasında yapılan Ankara Meydan Savaşı Osmanlıların bozgunuyla sonuçlandı. Bu savaşta Bayezid`in kendisi de Timur`a tutsak düştü. (Marlowe`un Tamburlaine adındaki tragedyası bu konuyu işler.) Bu savaştan sonra devletin toparlanabilmesi için aradan uzun bir süre geçmesi gerekti.
Kalenin kendisine Güzelce Hisar da denir. Hisar oldukça küçüktür, bir kesimi zamanla yok olup gitmiştir. Ancak, küçüklüğünden ötürü daha az askeri nitelik taşımış, ürkütücü olmamıştır. Hisarın çevresi alçakgönüllü, sevimli evlerle kuşatılmıştır. Hemen ötesinde Göksu Deresi denize açılır. Göksu ve daha güneydeki Küçüksu Avrupalılarca "Asya`nın Talı Suları" diye bilinir. Derenin her iki yakası boyunca ahşap evler sıralanırdı. Bu iki dere gece eğlenceleri için nedense Boğaziçi`nin başka pek çok uygun yerinden daha çok yeğlenirdi. Zamanın "yüksek sosyetesi", yanlarında çalgıcılarla zarif kayıklara biner, şarkılar söyleyerek ya da dinleyerek, mehtabı seyrederek, kıyı boyu kürek çeke çeke dolaşırlardı. Erkeklerle kadılar yine ayrı ayrı kayıklardaydı, ama aşıkane göz süzmeler, bıyık burmalar gırla giderdi. Son derece ince bir işaret dili vardı; yüzyıllardır geliştirilmiş olan bu dilde her jestin , her duruşun, her mendil tutuşun ayrı, özel bir anlamı vardı.
İki derenin arasında kalan geniş çayır da piknik yapmak için sevilen bir yerdi. Piknikler gündüzün yapılırdı, ama etkinlikler aşağı yukarı gecekinin aynıydı. İnsanlar buraya şıklıklarını , zarafetlerini sergileyerek faytonlarla gelirlerdi. Yanlarına sepet sepet yiyecek ve malum çalgıcıları alırlardı. Zamanla peçeler gitgide saydamlaştı ve güzelliği gizleyeceğine, baştan çıkarıcı bir biçimde büsbütün ortaya çıkarmaya başladı. Abdülmecit mimarbaşısı Nikoğos Balyan`a burada bir saray yapmasını emretmişti. Küçüksu Kasrı eklektik görkemiyle hala orada, kıyıda duruyor. Yanıbaşında da aynı tarzda yapılmış bir çeşme var.
Bütün bunlar eskidendi. Boğaziçi`nde ilk köprü yapılırken, betonu buradan, bu çayırda hazırlanmıştı. Böylece, ancak iki yüz yılda oluşan Küçüksu Çayırı yok olup gitti. her türlü kirlenmeyle, derelerin duru suyu bulandı, kirlendi. Göksu`nun bitiminde eskiden içinde yaşlı çınarlar bulunan güzel bir çayhane ve lokanta mekanı vardı. Ama su kıyısındaki, üç gövdesi de aynı kökten sürmüş olan, "Üçkızkardeş" (biri zamanla yok olmuş herhalde, çünkü "Dört Kardeşler" de deniyor bu ağaçlara) adıyla anılan çınar en güzeliydi. Bütün bunlar bir bakıma hala oradaysa da, artık o kadar başka şeyler de orada ki, bunları fark etmek zorlaştı. Kıyıdan bir kaç kilometre içeride, çirkin apartmanlardan oluşmuş koskoca, bambaşka bir orman inşa ediliyor şimdi. Böyle bir yapılaşma, şimdiye kadar Boğaz`da işlenmiş tekil cinayetlere karşılık, belki de bir çeşit jenosit olarak nitelenmeli.
Göksu`dan çıkarılan kil iyi kaliteydi ve çevredeki birlaç çömlekçi gibi, kentten gelen seramikçiler de bu kili bol bol kullanırlardı.
Kaynak: Murat Belge
İstanbul Gezi Rehberi / Tarih Vakfı Yurt Yayınları / S: 287-288