Atlı Tramvaylar-II

Sadri Sema

Al, mor, kırmızı, nar çiçeği, vişne çürüğü, siyah renk renk ve dar Beyoğlu, Aziziye, sıfır... numara kalıba çekilmiş, yahut kalıpsızlıktan limon kabuğuna dönmüş, çeşit çeşit fesli insanlar; kavuklu, sikkeli, külahlı, takkeli, arakiyeli, sarıklı, ekelli... şeyhler, dervişler, hocalar, çömezler, softalar; melon, fötr, silindir, hasır, panama şapkalı, kasketli adamlar...

Yüzleri siyah peçelerle kapalı mor, lacivert, mavi, yeşil, sarı, turuncu, kırmızı, üvez içi, eflatun, böcek kabuğu, kavuniçi... Renk renk çarşaflara bürünmüş kadınlar...
Renk renk feraceli saraylılar...
Al, mor, yeşil takkeli, mavi boncuklu çocuklar...

Top sakallı, sivri sakallı, çatal sakallı, torba sakallı, süpürge sakallı, yelpaze sakallı, köse sakallı, kıvırcık sakallı... İnce bıyıklı, tok bıyıklı, pırasa bıyıklı, kıvrık bıyıklı, dik bıyıklı... İhtiyarlar, gençler, bıyıksızlar da var!

Elleri kınalı, gözleri sürmeli nineler, yeşil hırkalı hacı babalar, başları örtülü, saçları örgülü papazlar, takunyalı açık baş cizvitler, kara şapkalı, kara cübbeli keşişler, piskoposlar, sakallarına makas değmemiş hahamlar... Sefaretlerin kılıçlı tabancalı, sırma esvaplı, palabıyıklı, kurusıkı kavasları...
Sivri sakal, kırpık bıyık, yelpaze sakal, keskin bıyık, baldırbacak,yalınayak, sarı, siyah, turuncu, beyaz, kır, kırçıl sakal, kaba sakal, ak bıyık, hırpani, andaval, battal, hırtlamba, sümsük, sünepe, eli bayraklı, hamhalat...Kelle kulak yerinde, yarım arşın eninde, gaddaresi belinde.

Karakaş, çil, çipil, tüylü, tüysüz, düztaban, dişlek, daltaban, sırıtkan, kalaylı, kalaysız, günelik, mastor, kök kandil, kopuk, tosun, cin, sevdalı, süzgün, bitik, üzgün, miskin, ezik, dimdik, beli bükük, başı düşük, yağız, aksak, çolak, hovarda, çapkın, bıçkın, ene, kabadayı, incedayı, pehlivan, şair, katip, gazeteci, muallim, ressam, cılız, tetik, atik, kıvrak, bulaşık, sırnaşık, sulu, afili, fiyakalı, külhanbeyi, açıkgöz, kaba ruhlu, parlak, ince, uzuzn, kısa, enli, zarif, kibar, centilmen, efendi, ağırbaşlı, kalın bakışlı, çakır, kadife gözlü, bakır renginde...

Kıvırcık, kıvrak, fettan, fitne, hanım, hanımcık, sokak süpürgesi, hasba, yosma, sarı, esmer, kanarya, kumral, karabiber, beyaz zanbak, mor zanbak, telli, pullu, ağır ezgi. Fıstıki makam, düzgünlü, rastıklı, allıklı, morluklu, yaşmaklı, feraceli, yeldirmeli, maşlahlı, fistanlı, peçeli, peçesiz, paçalı, paçasız, şapkalı, başörtülü, eli maşalı, fırdöndü, aksade, yüksek nalın, oynak, al yaşmak, iki büklüm, kırış buruş, eciş bücüş, çaşşak çuşşak, kınalı keklik, fıkırdak, çapkın, bir içim su, alev...Şık, şıllık...Her çeşit, her biçim, her boyda, her bosda erkekli, dişili mahluklar...

Sarı şalvarlı falcılar, her ölçüde kokanalar...
Arkadan defli ayıcılar...
Filmi kesiyorum. Bu kadar yetişir.

Sırık hamalları da hayreti çekerdi, hoşa da giderlerdi. Bunlar camadanlı, poturlu, iriyarı, seçme, güçlü kuvvetli, çam yarması gibi adamlardı. Ortalığı birbirine katarak, gür, heybetli seslerle:

-Destuuurrr!

Naralarıyla kalabalıkları yarıp geçerlerdi. Hele bunlar koskocaman, dağ gibi yağ fıçılarını, kimbilir kaç bin okkalık eşya denklerini omuzlara alınmış, bir, iki veya dört sırığa ortadan bağlarlar, asarlar, götürürlerdi. Yükün ağırlığına göre iki hamal, dört hamal, sekiz hamal salıntıya ayak uydurarak sallana sallana geçerlerdi. Ağızlar açık kalırdı karşılarında.

Doktor, profesör rahmetli ve kıymetli Müştak Bey hocamız anlatmıştı. Bir teşrih ameliyesi sırasında ölünün sol tarafına rastlayan göğüs kemiklerinin, kafesin birbirine çatışmış ve aşağıya düşmüş olduğu görülmüş. Münakaşa, inceleme, düşünce, yaradılış, galata hükmedilmek istenilmiş. Bir taraftan da ölünün hayattaki mesleği, sanatı araştırılmış, gümrükte yıllarca sırık hamallığı yaptığı anlaşılmış.

Sırık hamalları ağır yükleri taşırken sırıkların sağ veya sol taraflarında yer alırlar ve artık hayatları boyunca böyle çalışırlar. Bu adam da sol sırıkçıymış. Ağır yüklerin tazyiki altında sol göğüs kemikleri eğilmiş, birbirine dayanmış ve aşağıya düşmüş.

Ara yerde ciğerciler. Omuzlarında kalın, uzun çetele gibi dişli bir sırık. Üstleri başları yağ içinde, kan içinde, kir içinde. Sırığa bir baştan bir başa ciğerler, bağırsaklar, işkembeler, sarmalar... Salkım saçak asılmış. Bu binbir çeşit kalabalığın arasında:

-Ciğerler! Ciğerler!..

Diye bağırırlar. Çetrefil naralarla yürürler. Yoruldukça sırığı bir omuzdan öteki omuza alırlar. Almak için de caddenin ortasında bir daire, bir çarkıfelek çizerler. Yoldan gelip geçenler birer tarafa kaçışırlar... Sonra bunların arkasında sarı, siyah, alaca, beyaz, tombul, sıska, uyuz bir alay sokak köpekleri ve renk renk kediler.
Daha arkadan manda, inek, öküz, koyun, keçi sürüleri. Beyaz kepelekli çobanlar, iriyarı çoban köpekleri.

Daha var, daha!

Kaz sürüleri, hindi sürüleri, bunların tıs tıslı, guluklu velveleleri, kollarını, kanatlarını sallaya sallaya, çırpına çırpına gezinen, çeşme yalaklarında yüzen badi badi ördekler. Bunların vakvakaları.

Tavuklar, piliçler... Şimdi yerinde yeller esen Hamidiye imaretinin mermer pervazlarında kanat çırparak ortalığa meydan okuyan, uzun uzun "guguriguuu!" larla öten, gülbankler çeken sarılı, kırmızılı, karalı, beyazlı horozlar!

Caddelerin altını üstüne getirerek zıplaya sıçraya, kelle götürür gibi alabildiğine koşuşan, kırık dökük küfelerle moloz taşıyan, çıngıraklı eşek kafileleri, yolları toza, toprağa, dumana boğan, halkı kırıp geçiren bu eşek kervanlarını yakası açılmadık küfürler, kulak yırtan naralarla sürüp giden eşekçiler!

Daha ve daha sonra yük arabaları. Hele bunlar, hele bunlar... Dingilleri, tekerlekleri, çemberleri, mihverleri, vidaları, tahtaları yerlerinden oynamış bu arabalar! Bunlar büsbütün başka bir kıyametti, hem de kızılca kıyamet! Geçtikleri yollarda kaldırım taşlarını söküp cevv-i havaya fırlatarak, etrafı taş toprak mitralyözleriyle yalayıp ortalığı yıkacak derecede birbirine katarak, caddelerden alabildiklerine koşar, geçerlerdi. Bunları süren arabacı heyulaları, arabaların içinde ayakta, hayvanların dizginlerine yapışmış, kamçılarını yollardan gelip geçenlerin yüzlerine, gözlerine çarparak şaklatırlar, arabaların sarsıntılarıyla zıplayıp, eğilerek, bükülerek, göbek atarak, titreyerek, sendeleyerek geçerlerdi. İki keçeli dükkanların tentelerini yırtarlar, siperlerini bozarlar, kepenklerini kırarlar, demirlerini parçalarlar, gezgin satıcıların tablalarını, işportalarını devirirler, küçük büyük insanları, köpekleri, kedileri, tavukları, ördekleri çiğnerler, binbir makamdan sesler, feryatlar, gıcırtılar, şangırtılar, şungurtularla kafaları kazana çevirirler, sersem ederler, geçerlerdi. Bunlar, hele bunlar büsbütün başka bir kıyamet, bir afettiler.

Bir karışıklık, bir kargaşalık, bir dolaplarla abların birbirine girişi ki insan, bir yere, bir göğe, bir sağa, bir sola bakar, döner, ne oluyor, ne oluyoruz, ne haldir diye şaşkınlıktan şaşkınlığa düşerdi. Fakat aldıran, soran yoktu o günler, o meydanlarda.

Kaynak: Eski İstanbul`dan Hatıralar/Sadri Sema/İletişim Yayınları 3.baskı, 2000

Paylaş:

İstanbul Fotoğrafları İstanbul Tarihi İstanbul Müzeleri Dini Mekanlar Tarihi Eserler İstanbul İlçeleri Daha Fazlasını Göster

SAYFAYI PAYLAŞIN

Facebook Twitter İnstagram Pinterest Mesaj Email
KAPAT

HAKKIMIZDA

Hakkımızda iletisim Yasal Uyarı Reklam Android Apple
KAPAT