Şimdi eli altmış yıl evvelki Babıali caddesindeyiz.
Buradaki hayat büsbütün başka bir şeydi o çağlarda.
Babıali caddesinde o zaman orta kaldırım yoktu, parke, mozayık filan. İki yanda eciş bücüş, çaştak çuştak, kırık dökük, eğri büğrü, kanbur zanbur Malta taşlarından yapılmış, sözümona yaya kaldırımı vardı ki çamurlu, yağmurlu havalarda bunların üstünden yürümek, hele yürüyenleri seyir ve temaşa etmek hem eğlenceli, hem acıklı olurdu. Çünkü taşları gelişigüzel dizilmiş, hayranlığı çeken bir hokkabazlık maharet ve el çabukluğu kerametiyle çimentosuz, kumsuz, harçsız bastırılmış, yani efendim tükürükle yapıştırılmış, her parçası ayrı ayrı oynar, gerçekten şakrak, oynak, fıkırdak bir kaldırım olduğundan, aralarına, altlarına yağmur suları, çamurlar girer, çıkar, birikir. Üstünden geçenler bu taşlara bastı mı? bastı.
Taşlar hiddetlenir, gazaba gelir, isyan eder, ayağa kalkar, yahut yere gömülür, çamurlar fışkırır, gelip geçenlerin üstlerini, başlarını tepeden tırnağa serpme ve serpilme kirletir, leke içinde bırakır.
Arabalara, atlara, eşeklere, köpeklere, öküzlere, ineklere, koyun ve keçi sürülerine, ördeklere, tavuklara, hindilere, kazlara, hamallara... Ve damatlara mahsus orta kısım ise guya, hani, odur o! çapından şose müsveddesi gibi birşeydi. Evet şose gibi bir şey ama yalnız toprakla yapılmış. Halis muhlis yerli malı. İlaç için de ötesine berisine o günkü Şehremaneti bir iki avuç çakıl atmış.
Yaya kaldırımı ile şose arasındaki kenarlara seller için hendekler açılmış ama yağmurlar ve seller bu hendeklerin güzelliğini bozmamak, estetik durumunu kırmamak, yoksa bunları taciz etmemek için midir, nedir? şosenin ortasından, yaya kaldırımların üstünden şarıl şarıl akar, şosenin binbir yerinde hendekler, tepeler, çukurlar, dağlar, dereler, yarlar, uçurumlar yapar ve yakalayabildiği kadar taşları, toprakları sallasırt edip götürür. Sirkeci istasyonu önünde ehramlar kurardı.
Şu halde yaya kaldırımları kıyılarındaki sel hendekleri neye yarardı?...diyeceksiniz. Yarardı. İştaynbiruh, Kafkasya birahanelerinde, veya Sirkeci meyhanelerinin birinde kafayı fazla tutan , fitil olan, zom olan, yolunu kaybeden gazete muharrirlerinin yan gelip yamasına. Kaç muharriri sabahları bu sel yalaklarında sızmış kalmış buldular bilseniz!
Gelgelelim o zaman buralarda yer tutmuş gazetelerle, matbaalara, bunlarla ilgili yerlere o şeylere. Kafamda kalanlar:
Bugünkü Adliye postahaneden, yahut postahaneli adliyeden Babıali Caddesi`ne (Ankara Caddesi) gelirken Halk Sandığı olan bina (Alem Matbaası, Ahmet İhsan ve Şürekası, Servet-i Fünun), Babıali Caddesi`ne köşeyi dönün, İkbal Kütüphanesi`nin üstünde (sucu Kosti`nin dükkanı), Sucu Kosti`nin dükkanı o günlerin şairleri, edibleri, gazetecileri için bir mahfildi, bir harabat sarayı. O devrin matbuat hayatıyla bu dükkan kadar ilgili yer pek azdır. Bunun karşısında, caddenin solunda Mihran Matbaası, Sabah Gazetesi, şimdiki Tan matbaası, İkdam Gazetesi, Şimdiki Vakit`in üst tarafındaki büyük bina (Tahir Bey matbaası) Baba Tahir`in. Ve Malumat, Servet, Musatver Fen ve Edeb` İrtika, Arapça el-Malumat, Fransızca Servet gazeteleri. Geri dönünüz, Meserret apartımanının yanından Ebussuud Caddesi`ne giriniz. Sağda (Kırkanbar Matbaası) Tercüman-ı Hakikat, Mecmual-i Edebiyye, solda biraz ilerde (Hanımlara ve Çocuklara Mahsus Gazeteler)
İkdam Ahmet Cevdet`indi. Servet`i Fünun Edebi-yat-ı Cedide Mektepbi`ni kurmuştur. Kıranbar Ahmet Mithat Efendi`nindir. Hanımlara ve çocuklara mahsus gazeteleri İbnülemin Tahir Bey çıkarırdı. Bunların dışında da gazete ve risaleler vardı. Tarik, Maarif, Mektep, Hazine-i Fünun, Pul Mecmuası, Terakki...
O günlerin diğer belli başlı tabileri de Asır Kütüphanesi sahibi Kirkor Faik, Kitabcı Aragel.
Muallim Naci Kirkor`un Asır Kütüphanesş`ne sık sık uğrarmış. Bir gün orada iken telaşla bir adam gelmiş. O devrin kodaman hafiyelerinden burnunun büyüklüğü ile dillerde dönen birini sormuş. Adalar şairi Mehmet Celal, Müstecabizade İsmet, Andelib Faik Esad da orada.
-Efendim atufetli filan beyefendi hazretleri buraya gelirler mi?
Naci gürlemiş:
-Kendi bazan gelir ama sözü gelmez kaleme!
O dönemde bu caddenin gedikli muharir, mütercim, musahhih, şair ve ediblerinden tanıdığım veya tanıştığım kimselerden hatırlayabildiklerimin isimlerini de yazayım size:
Ahmet Rasim, Nuri Şeyda, Müstecabizade İsmet, Filozof Rıza Tevfik, Rauf Yekta, Abdülhak Hamid, Hersekli Arif Hikmet, Recaizade Ekrem, Andelib Faik Esat, Mehmet Celal, İsmail Safa, Ali Ferruh, Tokadizade Şekib, Beşir Fuat, Halid Ziya (Uşakizade), Mehmet Rauf, Ahmet Hikmet, Ahmet Kemal, Ahmet Mithat, Muhiddin Raif, A. Nadir, Ali Ekrem, Ahmet Cevdet, Şemseddin Sami, Ebüzziya Tevfik, Faik Sabri, Ahmet Hamdi (Kumkapılı), Mehmet Ziya (İhtifalci), Vecihi, Safvet Nezihi, Ali Rıza Seyfi, Salime Servet Seyfi, Nigar, İbrahim Cehdi, Süleyman Nazif, Celal Sahir, Sami Paşazade Sezai, Makbule Lem`an, Ayşe Seher, Fatma Aliye, Süleyman Salim (Üsküdarlı), Osman Şemsi, Süleyman Nasib, Hüseyin Siyret, Faik Reşat, Ali Ruhi, Rifat (Üsküdarlı), Talat (Üsküdarlı), Safi (Üsküdarlı), Harabati (Üsküdarlı), Vahiyi, Asaf, Konsolidci, İbnülhakkı Tahir, Tahirülmevlevi, Remziyülmevlevi, Şemseddinülmevlevi, Tepedenlenlizade Kamil, İbnülemin Mahmut Kemal, Hammani Zade İhsan, Giresunlu Hamdi, Selanikli Tevfik, Ali Selahaddin, Mithat Cemal, Ali Suat, Said Bey, Mehmet Emin, Abdullah Cevdet, Yunus Nadi, Nizami (Filibelizade) Mustafa Refik, Kıbrıslı Hilmi, Ali Settar, Ali Kami, Selim Sırrı, Vefa (Ebüssefazade), Ahmet Refik, Hilmi Halid Eyüb,(Yenişehirzade), Hüseyin Daniş, Osman Senai, Filorinalı Nazım, Namık Ekrem (Birecikli), Kesriyeli Sıdkı, İskeçeli Sıdkı, A. Sünni, Muallim Naci, Muallim Feyzi, Seyh Vasfi, Halil Edib, Mustafa Reşid, Faik Ali, Nureddin Ferah, Abdülhalim Memduh, Hüseyin Rıfat, Safveti Ziya, Acem Hüseyin, Mehmet Halit, Avram Naon, İsak Firura, İskender Freri...
İşte o günlerin kalem sahiplerinden bazıları, bir iki inci... Bugünküler daha yumurtadan çıkmamışlardı.
Servet-i Fünun`un, Sabah`ın seyyar muhabiri Sakallı Tevfik, Malumat`ın Mister Con`u, Sabah`ın Aleksan`ı matbuat dünyasının çerçevesi içindedir. Direklerarası çaycı Hacı Reşid`ini de utmamalı...
Kaynak: Eski İstanbul`dan Hatıralar / Sadri Sema / İletişim Yayınları / S: 57-60