"Sultanahmet`te eski, on üç odalı bir konakta doğmuşum". Bu sözlerle yaşam öyküsünü anlatmaya başlayan İnci Oralbi`nin, bugün oturduğu Şişli`deki apartman dairesinde ilk gözümüze çarpan, duvardaki dev yağlı boya tablo oldu. İnci Hanım`ın teyzesi, ressam Belkıs Hanım`ın eseri olan bu tabloda, konakta çalışan Arap Agah Kalfa bakır bir mangalda kahve pişirmekte.
İnci Hanım`ın bugün yaşadığı dairenin her köşesi, hayatını geçirdiği konağın izlerini taşıyor. Yemek odası takımı, sandalyeler, etajerler, hep oradan gelmiş. İnci Oralbi`yle görüşmemizin ana temalarını eski konak yaşamı, Sultanahmet semtinin değişimi ve içgüveysi kurumu oluşturdu.
İnci Hanım`ın yaşam öyküsü, içgüveysi kurumunun, konak yaşamından apartmana geçildiğinde zoraki olarak katlanılan bir yaşam biçimi haline geldiğini gösteriyor. İnci Hanım`ın deyimiyle, "ev ev üstüne olmuyor."
Kalburüstü Yaşam
Bugünün gözüyle "eski İstanbullu" sayılabilecek bir aile olan İnci Hanım`ın ailesi, Balkan Savaşı (1911-1912) sırasında birçok Müslüman aile gibi İstanbul`a gelir: Annemin babası Seryaver Mustafa Bey Serfice`de, büyükannem Fatma Hanım da Selanik`te doğar. Harp çıkınca Serfice`den Selanik`e, oradan Dedeağaç`a ve nihayet Sultanbahmet`e gelirler. Dedemin babası Harun Bey Serfice eşrafından olup, anneannemin babası Necip Bey de çok zengindir.
Ailenin durumu, birçok Balkan göçmenine kıyasla iyidir. İnci Hanım`ın dedesi Mustafa Bey, 1916`da Sultanahmet`te bir konak satın alır. O zamanlar Sultanahmet, "çok makbul bir semtti. Kalburüstü insanların oturduğu yer. Bizim sokak, eskiden faytonlarla, sonra da otomobillerle gezen ekabirlerin sokağıydı."
İnci Hanım`ın "gözünü açtığında gördüğü" konakta, "anneannem Fatma Hanım, dedem Mustafa Bey, annem Güzin Hanım, babam Arif Bey, ablam Necla ve Arap kalfamız vardı. Bir de orta işlerini gören Zülfiye." İnci Hanım, yarım asır geçirdiği Bahçeli Konağı şöyle anlatıyor:Mavi demir bir kapı. Mermer merdivenlerle çıkılan bir antre. Sağlı sollu karşılıklı iki tane ahşap kapı. Çok hoşuma giden beyaz, uzun tokmaklar. Her katta sofaya açılan üç oda. Tavan arası, mutfak, kiler, çamaşırlıkla birlikte on üç oda. Kilere teneke teneke yağ alınır, pirinç çuvallarla gelir. Yemek aşağıda pişiyor ama, birinci kattaki yemek odasında bir de havagazı bulunur. Oturma odasında yüzleri ipek olan büyük kanepeler var. Bahçede de büyük bir incir ağacı. Camı açıp yerdi incir sevenler.
İnci Hanım`ın baba tarafı Kırım Bahçesaray kökenli olup, Fatih yangınından kurtulduktan sonra Horhor`da otururlar. Hor hor ise, Sultanahmet`e göre, "iyi semtmiş ama bizimki kadar değil." Ailenin ekseni, baba tarafından ziyade konaktaki anne tarafındadır. İnci Hanım`ın annesinin babası Mustafa Bey, İstanbul`da askerlikten ayrılarak önce ticaret, sonra da memuriyet yapar. Bir süre şilep işletir. Cumhuriyet kurulduktan sonra ise iş değişir: Ticaret dev armatörlerin elinde kalınca, bizimkiler işi tasfiye etmişler. Dedem ticaretle bağdaşamamış. Çok muntazam, saat gibi işleyen bir insandı. Dindardı ama gayet medeni düşünceli.
İnci Hanım`ın anneannesi Fatma Hanım ise ailede merkezi bir yere sahip: Üç çocuk kaybetmiş, o bakımdan anneanneme "çok aksi" derlerdi. Hakikaten birden sert çıkışları vardı. Ramazanlarda iftara dayılar davet edilir, büyük bakır tepside mantı hazırlanırdı. Kızınca da hemen hizmetçileri kovardı. Tabi şimdiki gibi paramızla rezil olmazdık. Biri gider biri gelirdi. Bir Zülfiye`miz vardı, Cideli. Büyükannem, "hadi git gözüm görmesin seni" der, Zülfiye ortadan kaybolur. Sonra süklüm püklüm gelip el öper, yine başlardı bizde çalışmaya.
İnci Hanım`ın annesi Güzin Hanım`la babası Akif Bey`in evlenmesi olaylıdır: Annemle babam çok gençken evlenmişler. Büyük olay olmuş, kendileri tanışmış diye. Annem ortaokuldan sonra okumamış. Anneme aşık olan babam da, Alman mektebi harp nedeniyle kapatılınca, lise sondan ayrılıp hayata atılmış. Dedem çok yumuşak bir insan olduğu halde, "ne yaparlarsa yapsınlar" demiş. Layık bulmamışlar babamı, bir de vakitsiz bulmuşlar talebeyken evlenmelerini. Annem bir yıl babamların evine gelin girmiş.
Babamın ailesi daha evvel büyük bir Fatih yangını geçirmiş. Yangında geceliklerle sokağa fırlamış, kendilerini evlerin arkasındaki bostanlara atmışlar. Fatih yangınından sonra , ancak bu Horhor`daki evi alabilmişler. Annem kocasının evini çok yadırgamış. Daha mütevazi bir yaşantıları var. Bir de evin içi bir hayli kalabalık. Kayınvalide, kayınpeder, üç görümce, babamın teyzesinin oğlu, amcası ve hanımı. "Bize elektrik alındıydı pırıl pırıl, onlara geldim lamba ışığınla" diye anlatırdı. Babam tek erkek çocuk, "sinemaya gideceğiz" deyince üç görümce birden gelirmiş. Annem yeni evli, "işten gelir, ben daha yukarıdayken annesi kapıyı açar, ben kenarda kalırdım" diyor. Kendi evinde uzun bir mantoyla başını türban yapıp çıkabilirmiş. Orada anneme hemen çarşaf alınmış, "yeni gelin" diye. Pişman olmamış ama, kendi evimizi aramış. Sonra araya yine teyzeler, dayılar girmiş. Dedem de, "Güzin`i affedersem Akif`i de affederim. Gelsinler koskoca on üç odalı ev otursunlar" demiş.
İnci Hanım`ın dedesi hayattayken ailenin durumu daha iyidir:Annem gezmeyi severdi. Çok arkadaşı ve akrabası vardı. Düğünler olduğunda balkona çıkar, seyrederdim şıklıklarını. Her ayın ilk çarşambası annemin kabul günüydü. Bayramları beklediğim gibi, kabul gününü de büyük bir zevkle beklerdim. Piyerloti`de oturan Kurukahvecilerin Handan Hanım vardı. O gelir böyle gayet şık, pırlantalar ellerinde, bayılırdım ben. Kiminin astragan kürkü, kiminin etolü vardı. Annem Markiz`den pasta alırdı. Sandalye yetişmezdi de yemek odasının sandalyelerini indirirdik, bayram gibi.
İçgüveysi Hallice İnci Hanım`ın çocukluğunda, konaklarda oturan aileler için, içeriye damat ya da içgüveysi almak, gelin almak kadar kabul gören bir kurumdur: Beraber oturulabilirmiş, çünkü büyük konaklar. Üst katı teyzeme vermişler mesela. Hatta eniştemin kardeşleri bile bizim konakta oturmuş.
Kaynak: İstanbul`da Hatırlamak ve Unutmak / Leyla Neyzi / Tarih Vakfı Yurt Yayınları / S: 111-113