"Beyoğlu
neresidir?" Eski Beyoğlu`nun tanımını yapmaya çalışırken, bu
sorunun gündeme gelmesi kaçınılmaz oluyor. Zaman içinde, adı ve
sınırları değişen bir kentten söz etttiğimiz için, bu soruyu kabaca
cevaplandırmamız gerekmektedir.
BEYOĞLU`NA VERİLEN ADLAR
Beyoğlu`nun çekirdeği olan bölge, bugün Galata dediğimiz yöredir. Bu
yörenin bilebildiğimiz en eski adı, "Sike"dir. "Sike"
Grekçe`de (İncir Ağaçları) anlamına gelmektedir. Bunu Türkçe`ye (İncirlik)
biçiminde de çevirmemiz mümkündür.
İ.Ö. 146 yılında, bölgeye egemen olan Romalılar`ın, yöreye "Sycena"
dediklerini biliyorsak da, bunun başlangıç tarihini saptamakta zorluk
çekiyoruz. Kesinlikle emin olduğumuz bir şey varsa, o da; İ.S. 330 yılında,
o zaman "Deutera Romi" (İkinci Roma) adıyla, bugünkü İstanbul,
Roma`nın başkenti olarak tarih sahnesine girdiği zaman, kentin 13. İdari Bölgesi
olan "Galata"nın resmi adının "Regio Sycena" olduğudur.
Yöreye resmi olarak, Latince "Regio Sycena" , halk arasında Grekçe
"Sike" denilirken, Bizans İmparatoru İoustinianus burayı imar edip,
surlarla çevirince; bir süre için "İoustinianopolis" denilmeye
başlanmışsa da, sonra bu ad terkedilmiştir. 8. yüzyıldan sonra "Galata"
adı ortaya çıkar. "Galata" adının nereden geldiği çok tartışmalıdır.
Bir görüşe göre; yöre halkının Galat diye adlandırdığı Kelt Kavmi
buradan geçerken, önderleri Brennos yönetiminde burada kalmışlardır.
"Galata" adı da bu nedenle yöreye verilmiştir. Galatlar`ın daha
sonra yerleştikleri, Sakarya ve Kızılırmak nehirleri arasında kalan bölgeye
de, tarihin o dönemlerinde "Galatia" dendiği düşünülürse, bu
görüş ilk bakışta akla yatkın gibi gelmektedir. Ancak Galatlar`ın,
İstanbul Boğazı`ndan İ.Ö. 278/277 yılları arasında geçtikleri, bu
bölgede sürekli olarak yaşamadıkları düşünülürse, bölgeye neden bu
olaydan yaklaşık 1000 yıl sonra "Galata" denilmeye
başlandığını açıklamak zordur. Bölgeye ancak 8. yüzyıldan sonra "Galata"
denilmeye başlanmış olması, bu görüşü zayıflatmaktadır.
Bir başka görüşe göre, bu ad, Grekçe`de (süt) anlamına gelen
"gala" sözcüğünden türemiştir. "Galata" sözcük
olarak (sütler), "galatas" (sütçü) anlamına gelmektedir.
Bilindiği gibi, bir bölüm Slav ve Bulgar kökenli kişiler, Sike bölgersine
yerleşmişlerdir.Bulgarlar burada gerçekten sütçülük yapmış, mandıralar
kurmuşlardır. (Bundan otuz yıl öncesine kadar, Karaköy`de pek çok
muhallebicinin olmasının kökü de belki bu olgudan kaynaklanmaktadır.) Böylece
yöreye (sütler) anlamındaki "galata", ya da (sütçü) demek olan
"galatas" sözcüklerinden esinlenilerek, Galata adının verilmiş
olması mümkündür.
Bir üçüncü görüşe göre, Galata adı, İtalyanca`nın Cenova Lehçesi`nde
(yokuş) anlamına gelen "caladdo" sözcüğünden türemiştir. Yöreye
Araplar`ın "Medinet ül Kahr" dediği, "Karaköy" adının
buradan gelebileceği ileri sürülmektedir. Burada "kahr" sözcüğünün
(üstün gelen, ezen) anlamında kullanılmış olması mümkündür. "Medine",
(kent) anlamında kullanılmıştır.
Galata`nın kuzeyinde kalan bölgeye, Bizans çağında Grekçe (öte, ötesi)
anlamına gelen "peran" sözcüğünden esinlenerek "Pera"
deniliyordu. Büyük bir ihtimalle bölgeye eskiden "Peran"
denilirken, daha sonra sözcükteki değişime uyularak "Pera"
denilmeye başlanmıştır. Buradaki bağların adı da "Pera
Bağları"ydı.
Biz bugün, eski "Galata" ve "Pera" nın bulunduğu
alanların ikisine birden "Beyoğlu" diyoruz. Bu iki ad, uzun süre
bir arada kullanılmışlardır. Hristiyan Osmanlılar ve Avrupalılar, "Pera"
adını kullanırken; Türkler, yöreye "Beyoğlu" demişlerdir.Ulusal
Kurtuluş Savaşı`ndan sonra, 1925 yılında, kent ve mahalle adlarının Türkçe`leştirilmesi
sırasında, "Pera adı kaldırılmış, yalnızca "Beyoğlu"
adı bırakılmıştır. Ancak "Galata" adına dokunulmamıştır.
"Beyoğlu" adının, Trabzon Rum Pontus İmparatorluğu`nun son
prenslerinden, İslam Dini`ni kabul ederek buraya yerleşen ve yaşayan Aleksios
Komninos`dan dolayı bu yöreye verildiği ileri sürülür. Kendisinin, bugün
Tünel dediğimiz yerin yakınında, büyük bir konağı olduğu söylenmektedir.
Bir diğer görüşe göreyse, Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Venedik
Elçisi (o zamanki adıyla "Balyos"u ya da "Baylos"u)
Alvario Griti`nin, Taksim`de büyük bir konağı vardır; Balyos`a "Beyoğlu"
denilmektedir ve "Beyoğlu" adının da buradan geldiği düşünülebilir.
Beyoğlu`nun Sınırları
Beyoğlu`nun
fiziksel sınırları, idari bölge olarak sınırları, kültürel sınırları
eski ve yeni sınırları, tümü birbirinden farklıdır.
Fiziksel Sınırlar
Beyoğlu`nun fiziksel sınırlarını, yani somut olarak kapladığı alanı,
değişmez bir biçimde belirlemek mümkün değildir. Boğaziçi ve Haliç`le
çizilen deniz sınırları, yüzlerce yıldır (denizden kazanılan küçük
alanlar dışında) değişmemiştir. Ancak kara sınırları, sürekli olarak
değişmiştir.
Bırakınız çok eski tarihleri, İşgal İstanbul`unu anımsayanlar,
Taksim`den sonra boş alanların ve mezarlıkların başladığını söylemektedirler.
1920`li yılların başında bile, bugünkü Ayazpaşa ve Mete Caddesi
mezarlıklarla doludur. Divan Oteli`nin bulunduğu yer de böyledir. Daha sonra
Harbiye`ye kadar, ekili, boş tarlalar yer almaktadır.
Eski Pera`nın, kentsel alan olarak, uzun zaman bugün Galatasaray dediğimiz
yerde sona erdiğinden eminiz. Bu sınırlar kuzeydoğuya (Taksim, Cihangir),
kuzeye(Tarlabaşı, Yenişehir) ve daha sonra kuzeybatıya (Tarlabaşı`nı,
Kasımpaşa`ya bağlayan sokaklara) doğru 19.yüzyılın ikinci yarısından
sonra genişlemeye başlamıştır.
Kentlerin eski sınırlarını çizmekte başvurduğumuz yöntemlerden birisi
de, çaylakların yuva yaptığı alanları saptamaktır. Konuyu bilmeyenlere
yeterince ağırbaşlı değilmiş gibi gelebilecek bu yöntemin, zaman zaman
kentlerin eski sınırlarını çizmekte bize yardımcı olabileceği ileri sürülmektedir.
Çaylaklar, bu (çok da gerekli olmayan) konuya, (her nedense) eğilmiş
kişilerin ileri sürdüğüne göre, kentlerin eski sınırları içine yuva
kurmaktadırlar. Binlerce yıldır, kışın Afrika`da, yazın kuzeyde yaşayan
bu yırtıcı kuşlar;hep eski yuvalarına, ya da yuvalarının bulunduğu
alanlara gelir, önemli bir aksaklık yoksa, bu alanı terketmez. Bu iri ve
yırtıcı kuşun, çeşitli döküntüleri, murdar şeyleri, fareleri ve
benzerlerini yemekle, kent sokaklarını temizlemesinden dolayı, Ortaçağ
kentlerinde özel olarak korunduğu söylenmektedir. Çaylaklara, Osmanlı
kentlerinde de dokunulmadığını biliyoruz. 16. yüzyıl sonunda, İstanbul ve
Galata`yı görüp, anılarını yazan, Baron Wratislaw, konuyla ilgili gözlemlerini
şöyle yazmaktadır:"İstanbul üzerinde uçuşan çaylak sürülerinin
öldürülmesine, ya da onların incitilmesine Türkler izin vermezler. Bunların
kutsal kuşlar olduğunu söylerler.
Beyoğlu, bugün kuşku yok ki, bu sınırları aşmıştır. Taksim ve
çevresini, buralardan gerek Kasımpaşa ve Dolapdere`ye doğru, gerekse Galata,
Tophane, Fındıklı ve Dolmabahçe`ye inen yokuşları Beyoğlu saymamak mümkün
olamaz.
İdari bölge olarak sınırlar
Beyoğlu`nun her yönden çekirdeği Galata`dır. Önceleri Galata ile, Beyoğlu`nun
o zamanlar Pera denilen üst kısımları ayrıydı. Bizans İmparatoru İoannis
6.Kantakuzinos döneminde, 1354 yılında; Bizans ile Galata arasında yapılan
savaşta, Galata, Bizans`tan Pera Tepeleri`ni almıştır. Osmanlı döneminde,
Galata idari bölge olarak sürekli genişlemiştir. Uzun yıllar, İstanbul`un,
Haliç`in kuzey bölgesinde kalan bölümünün tamamı Galata`ya bağlı
olduğu gibi; Marmara Denizi çevresindeki Mudanya, Kapıdağ, Erdek ve
Bandırma da, Galata Kadılığı`na bağlıydı. Buralarda Galata Mollası
adına görev yapan birer naip bulunurdu.
Kaynak: Özdemir Kaptan (Arkan), Beyoğlu Kısa Geçmişi ve Argosu, İletişim Yayınları, 5.Baskı. (68-75. Sayfalar)