Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu sıralarda, bugün; Kurtuluş (o zamanki adı
Tatavla), Feriköy, Osmanbey, Şişli, Nişantaşı, Teşvikiye, Maçka diye ayırdığımız
ve Şişli ilçesinin ana bölümünü oluşturan alan da, idari bölge olarak
(o zamanlar Pera denilen) Beyoğlu`na bağlıydı. Ayrıca bu bölgelerle, Pera
denilen bölge arasında, önemli bir kültür bütünlüğü de vardı.
Cumhuriyet`in ilk yıllarında, bugünkü İstanbul (eski livaların yerine geçen)
üç vilayetten ve Çatalca`dan oluşuyordu.
Bu üç vilayet İstanbul,
Üsküdar ve Beyoğlu`dur. Mete Tunçay`dan aldığımız bilgilere göre;
1925-1926 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesi`nde, Beyoğlu Vilayeti 305.577 nüfusa
sahip görünmektedir. Mülhakatı: Yeniköy Mıntıkası, Ayas Ağa Karyesi,
Dikilitaş, Mecidiye Karyesi, Kuruçeşme Mahallesi`dir. 30 Mayıs 1926 tarih ve
877 sayılı Teşkilat-ı Mülkiye Kanunu ile Beyoğlu, kazaya çevrilip,
İstanbul`a bağlanmıştır.
Şişli ilçesi, 1954 yılında kurulmuştur. Bu
yıla kadar; Şişli, Beyoğlu İlçesi`ni oluşturan bucaklardan biriydi.
Diğer bucaklar; Kasımpaşa, Galata, Hasköy, Taksim ve Beyoğlu merkez
bucağıydı. Bugün Beyoğlu dediğimiz idari bölge, kuzeyi Şişli ve
Beşiktaş ilçeleriyle çevrili, diğer yönlerden Haliç`e ve Boğaziçi`ne
dayanan 8.76 kilometrekarelik bir alandır.
Başlıca semtleri şunlardır: Taksim, Cihangir, Fındıklı, Kabataş, Tophane, Galata, Tünel, Galatasaray,
Tarlabaşı, Talimhane, Yenişehir, Hasköy, Kasımpaşa, Sütlüce.
Kültürel
Sınırlar
Her
şeyden önce, Beyoğlu`nun ayrıca tanımlanacak bir kültürü var mıdır; ya
da var mıydı? Bu soruların cevabı bile tartışmalıdır. Türk Dil
Kurumu`nun yayımladığı "Türkçe Sözlük"de, "Kültür"
sözcüğünün , burada kullanılan anlamdaki açıklaması şöyledir:"Bir
topluluğun tinsel (manevi) özelliğini, duyuş ve düşünüş birliğini
oluşturan gelenek durumundaki her türlü yaşayış, düşünce ve sanat varlıklarının
tümü." "Beyoğlu`nun kendine özgü bir kültürü hatta yaşama biçimi
olmadı." Doğan Hızlan böyle yazıyor. Paylaşılması zor bir görüş.
Kentlerin ve bazı mahallelerin, onların ulusal kültür içinde tanımlanmalarını
sağlayan özelliklerinin olduğunu kabul etmemek zordur. Beyoğlu`nun da, böyle
bir kentsel alan, ya da mahalle olduğu kesindir, tartışılamaz.
Bizans Dönemi`nde,
yabancıların, Osmanlı Dönemi`nde gene yabancıların ve Hristiyan
Osmanlılar`ın çoğunlukta yaşadığı bir alan olması; Beyoğlu`nun daima,
İstanbul`un diğer bölgelerinden farklı bir kültüre ve yaşam biçimine
sahip olmasına neden olmuştur. Bu farklar, kimi zaman keskin çizgili, büyük
ayrılıklar biçiminde görülmüş; kimi zaman azalmıştır.Ama daima var
olmuştur.
Beyoğlu`nun ayrı ve özgün bir kültürü olmasaydı, yaygın bir
biçimde "Eski Beyoğlu" ne oldu diye; televizyonlarda, gazetelerde,
dergi ve kitaplarda sorar, bunun için üzülür müydük?
Beyoğlu, fiziksel alan olarak yerindedir. Çok şükür; 1894 Depremi`nden bu
yana, doğal bir yıkıma uğramamış; 1909`da Hareket Ordusu`nun İstanbul`a
girişinden sonra, topların patlayıp, binaların yıkıldığı silahlı çatışmalara
sahne olmamıştır. "İmar" etmeye yeni başladığımız için, yapılarının
önemli bir bölümü şimdilik yerindedir. Ama değişen bir şey vardır.
Bunun için üzülenler, abartmalı bir nostaljiyle dövünenler vardır. İşte
bu değişiklik; O`nun kültürel yaşamında olmuştur.
Beyoğlu`nu, Beyoğlu yapan; burasını, belki de yalnız İstanbul`da değil, tüm
Avrupa`da, Doğu Kültürü ile Batı Kültürü`nün en karmaşık biçimde
birbirine girdiği bir alan yapan, kozmopolit bir kültürün varlığı
kesindir. Bu kültürün özellikleri ve sınırları konusunda anlaşmak
varlığını kabul etmek kadar kolay değildir. Bu bölümde, bu kültürün
fiziksel sınırları çizilmek istenmektedir. Yani, bu kültürün yaşamış
olduğu ve yaşadığı yaşadığı sokaklar saptanmaya çalışılmaktadır.
Son yıllarda Beyoğlu üstüne yazılmış anıların büyük bölümünde,
Beyoğlu denilince; yalnızca İstiklal Caddesi`nden, Meşrutiyet Caddesi`nden,
Tarlabaşı Caddesi`nden ve bu üç caddeyi birbirine bağlayan birkaç sokaktan
söz edilmektedir. Böyle düşünmenin doğru olmadığına inanıyoruz.
Beyoğlu`nun yukarıda sözü edilen bölgesinde ve Bankalar Caddesi gibi diğer
bazı bölgelerinde, O`nu İstanbul`un diğer bölgelerinden kolayca ayırabileceğimiz
bir mimari yapının olduğu açıktır. Ama bu mimari yapıya bakarak,
Beyoğlu`nun eski ya da yeni kültürel sınırlarını çizmek de bizi aldatır.
Aslında şimdilik bu mimari özelliği taşıyan yapıların büyük çoğunluğu
("imar" etmeye yeni başladığımız için) hala yerinde durduğu
halde; Beyoğlu`nda pek çok değişiklikler olduğu ortadadır. Çünkü mimari
görünüş de, bir kentsel alana özelliklerini veren kültürel unsurlardan
olsa da, özellikleri yalnızca yapılara bağlayamayız.
Bu mimari özellikleri taşımamakla birlikte; yüzlerce yıldır Galata
rıhtımlarında, gemiden indirilen ve gemilere yüklenen malların peşinde
koşmakla geçimini sağlayan, kozmopolit kalabalığın yaşadığı kenar
sokakları Beyoğlu saymazsak neresi sayacağız?Bu kozmopolit kalabalık, yüzlerce
yıldır, limana girip çıkan mallardan kendisine küçük, hatta küçücük
bir pay koparmak için yaşamıştır. Elleriyle gemileri yükleyip boşaltmıştır.
Limana girip çıkanlardan pay alanların, kendilerine de ufacık bir pay
vermesi için, yapmadığı iş kalmamıştır. Bunların katipliğini,
meyhaneciliğini yapmıştır; terziliğini, hamallığını, orospuluğunu
yapmıştır.
Bu insanlar, yalnızca İstiklal,
Meşrutiyet ve Tepebaşı caddelerinde değil; bu caddelerden, Dolapdere`ye,
Kasımpaşa`ya, Galata rıhtımlarına, Tophane`ye, Fındıklı`ya inen
yokuşlarda yaşamıştır. Azalarak da olsa hala yaşamaktadırlar. Sait Faik,
bu yokuşlardan Dolapdere`ye doğru inenleri şöyle anlatmaktadır:"Bir
tarafında randevu evlerinin, öte tarafta umumi evlerin kaynaştığı bölge...
Karidesçiler,
elektrik amelesi, ekmekçi, sirkeci, marangoz çırağı, garson, berber,
akordeoncu, kitaracı, bar artisti, revü figüranı, terzi çırağı gibi
esnafın birbiri üzerine yığıldığı yokuşta, birbirine karışmış her
din ve mezhep, Türk, Rus, Ermeni, Rum,Nasturi, Arap, Çingene, Fransız, Katolik,
Levanten, Hırvat, Sırp, Bulgar, Acem, Efganlı, Çinli, Tatar,Yahudi, İtalyan,
Maltız, daha her türlü milletin birbirine karıştığı bu garip mahalleden
sel yatağına her akşam küçük figüran kızlar iner. Onların ve terzi
kızların arkasından berber çırakları yürür; berber çıraklarının
arkasına da burma bıyıklı bir Arnavut takılır."
İşte, kaçınılmaz olarak, bu kişilerin yaşamış olduğu ve halen son
kalıntılarına rastlanılan alanı, Beyoğlu`nun kültürel sınırı kabul
edersek, bu sınırlar şöyle çizilebilir:
a) Deniz tarafından çizilen sınırlar:
Kasımpaşa İskelesi`nden başlar. Galata Köprüsü`ne kadar, Haliç; buradan
Dolmabahçe Meydanı`na kadar Boğaziçi tarafından çizilir.
b)Kara sınırları: Dolmabahçe Meydanı,
Dolmabahçe Gazhanesi Sokağı (İnönü Stadı`nın önünden Taksim`e doğru
çıkan yol), Gazhane Bostanı Sokağı (Dolmabahçe Gazhanesi Sokağı`nı,
Taksim`e değil de, Taşkışla`ya bağlayan yol), Askerocağı Caddesi (Taşkışla`dan
Divan Oteli önüne gelen yol), Cumhuriyet Caddesi (Divan Oteli önünden,
Elmadağ Caddesi`nin köşesine kadar olan bölüm), Elmadağ Caddesi (Cumhuriyet
Caddesi`yle Yenişehir Dere Caddesi`nin, Dolapdere Caddesi`yle birleştiği köşeyi
bağlayan yol), Yenişehir Dere Caddesi, Irmak Sokağı, Kurtuluş Deresi
Sokağı (Bu üç sokak da, Dolapdere`den doğru gelen sel sularını,
Kasımpaşa Deresi`ne doğru akıtan eski sel yatağını izler), Bahariye
Caddesi (Bu cadde Kasımpaşa`yı ortadan bölüp, Haliç`e doğru uzanır),
Kasımpaşa İskelesi.
Kaynak: Özdemir Kaptan (Arkan), Beyoğlu Kısa Geçmişi ve Argosu, İletişim Yayınları, 5.Baskı. (68-75. Sayfalar)