Uzun maceralardan sonra anne ve kız kardeşiyle ulaştığı Beyazköy`de hayal kırıklığına uğrar Bedriye öğretmen. Köy, denizden uzaktır. Öğretmen evi ise:
Mektebe karşı bir ahır. Gezici başöğretmenin atı orada bırakılıyormuş. Sıvamış, bir de hasır sermişler. Bir tek oda. Sabahleyin yatağımızı kıvırıp sofra kuruyoruz. Küçücük bir idare lambası yakıyoruz.
Radyo dinlemek uğruna başka bir köy okulunu ziyarete giden Bedriye Hanım, dönüşte ot arabasının sel sularıyla dolan çatağa yuvarlanmasıyla boğulma tehlikesi geçirir. Beyazköy`de yiyecek bulmakta güçlük çeker. İlkokul çocuklarına defter kalem getirterek yiyecek almaya başlar. Köylülerle ilişkilerini şöyle anlatıyor Bedriye öğretmen:
Ben on yedi yaşında öğretmen oldum. Mektebe yakın bir köylü ailesi vardı. Onların kızı benle yaşdaştı. "Kabak kıramam, köpeğe yal yapamam, fırını nasıl yakarım" demedim. Birlikte baharda ot toplar, kabak kırar, hayvan yemi yapar, tezgah dokur, fırın yakardık. Oradakilere değer verdim. Memurum diye kasılmadım. Hem mesleğimi yaptım, he onlarla beraber oldum. 3. sınıf çocuğuyla satranç oynadım. Yün büktüm, çorap ördüm. Kültürüm var, seviyeye inmesini biliyorum. Geceleyin benim evime gelirlerdi. Ben masada plan yaparım, onlar masal anlatır, yün bükerler. Bu yaşantı onlara yol gösteriyor.
Beyazköy`de üç sene öğretmenlik yapan Bedriye Hanım, 1943`te Saray kazasına tayin olur. İki sene orada çalışır. 1945`te Balıkesir`in kazası Dursunbey`e tayin olur:
Balıkesir`e hayat bilgisi zaman şeridini ben götürdüm. Bayramları değerlendirdim. Yaptığın eser mana taşıyacak. Mana anlamayan kafalara sanat göstereceksin. Bir Türkiye haritası yaparak çiçeklerle yapıştırırım. 23 Nisan yaparım yapraklarla. Bir Büyük Millet Meclisi Binası yapyık, iki metre. Öteki okuldan gelip bakacaklar diye, kapıları kapayıp gizli yapıyoruz hazırlığımızı. Balıkesir`den izci elbiseleri getirdik. Kartondan melon şapkalarla çocukları mebus yaptık. Birinci bayramda halk okulun kapısına gelip bakıyordu. İkinci bayramda bahçeye doldular. Üçüncü bayramda alana gittiler bizimle beraber.
Bedriye öğretmen, Dursunbey`de dört sene çalışır. 1949`da Balıkesir merkezinde Kayabey okuluna tayin olur. Kızkardeşleri de Balıkesir`de olduğu için aile birleşir. 1962`ye kadar Kayabey`de öğretmenlik yapar. Bundan sonra İstanbul`da Sağmalcılar Altıntepsi, Şehremini Melek Hatun ve Fındıkzade Çapa ilkokullarında çalışır. 1973`te emekli olur.
Ayinesi İştir Kişinin
Bedriye Hanım ailesinin babaları öldükten sonra geçinebilmek için içine kapandığını, aralarındaki yardımlaşmanın yaşam boyu sürdüğünü anlatıyor. Bedriye Hanım`ın annesi, kızının tayin olduğu köylerde onunla birlikte yaşar. Bedriye öğretmen, bir kısmını kızkardeşine yollayarak onun okumasına destek olur. Bu birbirine kenetlenmiş yaşam, onları hem güçlendirir, hem de sınırlar Bedriye Hanım`a göre. Örneğin, öğretmen okuluna yazılırken başka meslek seçme fırsatı olmamıştır:
"Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz" deyimini hatırlatan Bedriye Hanım, zor şartlar altında çalışmasına rağmen mesleğini severek yapar. 34 yıllık öğretmenliği boyunca rahat uyumadığını, ancak emekli olduktan sonra uyuyabildiğini söylüyor:
Bizde ilkokul öğretmenliği, hayata en kısa yoldan çabucak atılmak isteyenlerin seçtiği bir okul. Kültür sıfır. Öğretmen olmanın verdiği avantajla bir yükseklik duygusu içindedir. Köyde gidersin, öğretmen kabak yiyor, çorap yamıyor, bulursa gazete okuyor. Ben 34 sene öğretmenlik yaptım, hiçbir gece layıkıyla uyumadım. Uyurken beynim tamamen işler. Ne yapayım, ne edeyim. Ezberciliğe karşıyım. Neden, niçin, nasıl? Bir konuyu işlediğimiz zaman, bu soruların cevabını arardık. Emekli olduğum zaman uyku uyumaya başladım. Vicdanım rahat.
Bedriye öğretmen maddiyata fazla önem vermiyor:
Bir insanın karakterinde çalışmak varsa, para arkadan gelir. Bu yaradılış meselesidir. Ben geberesiye çalışırım, aylık alınca da hükümete derim ki, "ey hükümet çalıştığım üç sene haram olsun sana!" Maaşın miktarı çalışmamı etkilemez.
Bedriye öğretmenle yaptığımız görüşmede, klasik öğretmen okulu mezunu öğretmenlerle Köy Enstitülü öğretmenler arasında yaşanan rekabetin izlerini de buluyoruz:
Bizi küçümsemeye başladılar. normal okullara Enstitü mezunlarını başöğretmen gönderdiler. Onlar bir ay, iki ay kültür çalışıyorlarsa, iki ay kültürsüz iş yapıyorlar. Onun kültürüyle öğretmen okulunda yetişmiş kültürü aynı olmaz.
Dini Anne Verir
Bedriye öğretmen için dindar olmakla Atatürkçü olmak arasında bir çelişki yok:
Babaannem çarşaflıydı. Annem medeni, şapkası da vardı ama babam öldükten sonra krepdamurdan başörtü örterdi. Bizim dinimiz varsa bu ailenin verdiği bir şey. Kuru kuruya okulda ezberletmekle olmuyor. Dini telkini, dini yaşantıyı anne verir. Bunun üzerinde kimse durmuyor. Katı bir dindarlığın manası yok. Dinimizin istediği ile toplumun istediği aynıdır. Din ne istiyor? Yalan söyleme, çalışkan ol, başkasının malında gözün olmasın, büyüklerine saygı göster, kültürünü arttır. Toplum da bunu istiyor.
Bedriye öğretmen, Cumhuriyetin ilk yıllarında genç bir öğretmen olarak duyduğu heyecanı kaybetmemiş:
Cumhuriyetin resmi geçitlerinden babaannem bizi Beyazıt`ta parmaklığa çıkarır, "asker geçecek, mebus geçecek" diye koşardık. Mebus olan insanın parası olur, vatan hizmetine koşardı. 1945`te ben Dursunbey`deyken, lafazan kişiler kendi menfaati için seçildi. O zaman anladım ki, memlekette bir şeyler değişmiş. Herkes kendi menfaatini, cebini doldurmayı, istikbalini temin etmeyi düşünüyor. Atatürk`ün kurduğu düzen yerleşmiş, rahatına alışan kişiler de başkaları için iş yapmayı artık düşünmemişler. Biz enayiyiz, aptalız bugünün gözüyle. Kaç sene yaşamış Atatürk Cumhuriyetten sonra? Ondan sonra 60n yıl geçmiş. Peki sen tenkit ettiklerini neden yapmasın 60 senede?
Kaynak: İstanbul`da Hatırlamak ve Unutmak / Leyla Neyzi / Tarih Vakfı Yurt Yayınları / S:170-173