Çırpıcı, kabına sığmayan İstanbul delikanlısına, zurna ve çifte nakkareden başka, darbuka, zillimaşa, semáî, koşma, mánî ikrám eden toplu esnaf eğlencelerine de sahne olurdu. Akşam olup, bu yer yer ve küme küme eğlenen halkın toplanışı kadar dağılışı da bir başka eğlence teşkîl ederdi.
Kalabalık, muhtelif kollardan şehre akarken, külhánilerin çoğu, bir boy Sulukule`de Yorgancı bahçesi`ne, Bayrampaşa`ya uğrar, buralarda tekrar içer, oynar, oynatır; çok defá da bir kama, bir usturpa şakası başa kanlı işler açar, arkalarından içki kamçısı ile kovalanan bu gözü dönmüş şehir uşakları, soluğu bir hapisháne hücresinde alır, bázen aylar, bázen de yıllarla Devlete misáfir olup kalırlardı.
Fakat bir eğlence seline katılmış İstanbul delikanlısını, derece ve terbiye tasnifinde aynı hacim ve aynı irtifada görmek doğru olmazdı. Çapkın oydu ki, yolsuzluğa kaçmaz, ahláksızlık ve zorbalık etmez, hovardalığı sever, hazır cevaplıktan zevk alır, okur, yazar; vakit vakit dirseği tezgáha kaptırsa da gene efendiden adamdı.
Külhanbey ise, ocağının anánesine sadákat göstermek, sokağının, mahallesinin kadınına yan bakmamak, bilhassa kendisine sığınanı korumak meziyetlerine rağmen, rezalet çıkarmak, küçük bir imá ve hareketi kanla bitirmek gibi zorlu işlerden de çekinmezdi.
Kopuk ise, külhanbeyin çok aşağısında, yersiz yurdsuz, anası babası belirsiz serserî takımından kimse idi ki, şehir için asıl áfet işte bunlardı.(...)
Yaladığı tertemiz macun değneğinin tahta kokusu, yıllar geçse de genzinde kalmış olan İstanbul delikanlısı, henüz bayram yerlerinde atlıkarıncaya, kolan salıncağa, dönme dolaba binen bir çocukken, daha o zamandan eğlence temrinlerine başlamış bulunurdu. Hele az daha büyüyüp babadan dededen gelen bahşişlerle, bayram yerlerinde bekleşen, koşumları püsküllü boncuklu atlara binip acemi acemi beygir sürme çağına geldi mi, eğerden zedelenen, sarsıntıdan hırpalanan vücûdu bir külçe háline dönmeden attan inmezdi.
Mesîrelerde kaş göz, el gerdan işáretleriyle, ya da bir mendile, bir çiçeğe, bir yaprağa havále edilen anlaşma, konuşma, muhabbetleşme, sözleşme buluşma usullerini bir pandomim repertuarı gibi ezberlenmiş olan İstanbul delikanlısı, bir vakitler bayram yerlerinde kursak düdük çalan, bir elinde kuşlokumu, bir elinde simit, cepler şeker kurabiye dolu, aklı ise az evvel on para vererek tek gözü ile seyrettiği panorama kutusunda kalan çocuğun tá kendisi idi.
Şimdi Çırpıcı`dan çakır keyif ayrılıp Bayrampaşa`da Kavas`ın bağında saz dinleyip hokkabaz seyreden, davul, zurna, çığırtma, keman, kemençe ile keyfi tamam olan genç adam da gene, bir zamanlar bayram yerlerindeki çadırların esrarını öğrenmek için harçlığını seve seve fedá eden çocuktu. (...)<
SEMİHA AYVERDİ
Kaynak: (İstanbul Geceleri. Baha Matbaası. 1977)