Eminönü ile Karaköy arasında uzanan bugünkü köprü, burada yapılmış olan dördüncü köprüdür. Köprü kendisi böyle değişmekle birlikte, adı her zaman "Galata Köprüsü" diye bilindi. Bu ad köprünün birleştirdiği iki yakadan birine bir öncelik vermektedir. İster köprünün varlığından öncelikle Galata sorunlu olsun, ister köprü öncelikle "Galata`ya geçmek" için önemli olsun, sonuçta Galata`nın bir ayrıcalığı var.
Bu ayrıcalık gerçekten vardı; Osmanlı toplumu Batılılaşmaya çalışıyor, değişiyordu. Dünyadaki, "Batı", İstanbul`da, "Kuzey" deydi; yani, Haliç`in kuzey yakasında. Saray, 19. yüzyılda Batılaşmaya karar verince, Topkapı`dan Dolmabahçe`ye taşındı ve bu birkaç kilometrelik yer değişimi, ülkeyi ve başkenti bir uygarlık yörüngesinden bir başkasına taşıdı.
Haliç`te köprü yapma fikri çok eskiden beri vardı ve bunu yapmak teknik olarak mümkündü. Leonardo da Vinci`nin bile Haliç Köprüsü için eskizler yaptığı bilinir. Ne var ki, şehrin can damarı olan liman, köprüyle kapanmak durumunda kalacaktı. Bu nedenle, İstanbullular, yüzyıllarca, sandalla yetindiler. Ama, 19. yüzyılda, ortasından açılabilen, böylece, gemilerin Haliç içine girmelerini engellemeyen köprü yapmak mümkün olunca, İstanbul`un "iki yakasını bir araay getirme" işi somutlaştı.
İlk yapılan köprü Galata değil, Unkapanı`dır; 1836`da, II. Mahmut zamanında buraya ahşap bir köprü yapıldı ve adı Hayratiye kondu. Unkapanı, Haliç`te ticari limanın bittiği yerdir. Karaköy-Eminönü arasındaki ilk köprü, gene ahşap olarak, 1845`te yapıldı. Yenilenen, değişen bu köprüler arasında, İstanbul halkının en fazla yakınlık duyduğu, hayatının parçası saydığı köprü, 1912`den 1992`deki yangına kadar çalışan Galata Köprüsü`dür. Balık lokantaları, kahveleri, balık tutanları ve başka birçok özellikleriyle bu köprü bir kişilik olarak varolmuştu.
Modern çağın ulaşım koşullarında, köprü gibi araçlar, öncelikle işlevsellikleriyle varolur. Örneğin, son yapılan köprü, en azından şimdilik, yerine getirdiği işlevin ötesinde herhangi bir karaktere sahip değil. Oysa yanan Galata Köprüsü yalnız üstünden geçilen değil, üstünde yaşanan bir mekandı ve şehir folklorunun parçası haline gelmişti.
Köprülerin yapılması, 19. yüzyılın ikinci yarısında, İstanbul`un organik bütünlüğünü güçlendirdi. Avrupa kapitalizmini daha doğrudan temsil eden Galata ile prekapitalist özellikleri daha belirgin olan Eminönü bölgesini birleştirdi. Galata`da işyeri çalıştıran yabancılar, Levantenler ve gayrimüslüm azınlıkların çoğu Beyoğlu bölgesinde yaşıyordu. Dünyanın en eski ve -en kısa- metrolarından olan Tünel (1875`te, Londra`dan bir iki yıl sonra açıldı) iş merkezi ile yaşama alanı arasında gidiş gelişi kolaylaştırdı. Bundan sonra Beyoğlu kısa sürede Avrupa tarzı apartmanlarla dolarken Taksim ötesindeki alanlar, Şişli, Nişantaşı ve Tatavla, yani Kurtuluş da yoğun yerleşime açıldı. Böylece, ana ulaşım yönleri değişti. Köprüler yapılmadan önce ana yollar doğu-batı ekseninde uzanırken, köprü sonrasında kuzey-güney aksları belirleyici oldu. Aynı yıllarda (1870`ler) başlayan tramvay ulaşımda ciddi bir devrim yarattı.
Gene aynı tarihlerde, Galata Köprüsü, kenarına kurulan iskelelerle, deniz trafiğinin de merkezi haline geldi. Kadıköy`e, Adalar`a, Boğaz`a ve Haliç`in içlerine gidip gelmeye başlayan yeni buharlı vapurların hareket noktası burasıydı. Zamanla bu iskeleler çoğalınca, köprüden ayrılarak Eminönü ve Kadıköy`ün rıhtımlarına yayıldılar. Abdülaziz zamanında yapılan demiryolu da Sirkeci`ye kadar geldiği için, Eminönü, modernleşen İstanbul`un büyük ulaşım merkezi haline geldi. (Yakın zamana kadar büyük İstanbul Hali de tarihi yarımadada, iki köprü arasındaki alanı jkaplıyor ve bölgeye taşınması zor bir yük oluyordu). Dolayısıyla bugün gördüğümüz haliyle Eminönü, geçen yüzyıl ortasında başlayan kentsel modernleşme sürecinin durmadan değişim geçiren ürünüdür. Doğrusu, insan Eminönü`nün şöyle yüz elli yıllık tarihini gözünde canlandırmaya çalışınca, başı dönüyor. 1950`lerden sonraki yeni süreçte ise şehri desantralize etmek, bu arada Eminönü`nün yükünü hafifletmek için uğraşıyoruz.
Bu baş dönmesinden kurtulmak için çok eski, asude zamanlara dönelim. Bizans döneminde bu bölgede ve karşısındaki Karaköy`de Yahudiler yerleşmişti. Bizans Yahudileri, Karaim kolundan geliyorlardı. Bu kolun Trk kökenli olduğu genellikle kabul görür. "Karaköy" adının aslının "Karai Köy" olduğu söylenir ki, akla yakın bir tezdir.
Fetihten sonra İstanbul`un ilk "apartman"larının Eminönü`nde Yahudiler tarafından inşa edildiğini biliyoruz. Yerleşim yoğunlaşıp ev yapacak arsa bulunamayınca, normal olarak en fazla üç ya da dört katlı olan klasik binalar yerine; yedi katlı ahşap evler yapılmış. Bu bina tipine "Yahudihane" adı verilmiş. 17. yüzyılda bu bölgede şimdiki Yeni Cami`nin yapılmasına karar verilince, semt halkını oluşturan Yahudiler de Hasköy`e gönderildi. Yörede, Arpa Emini Sokağı`nda eski bir havra, üzerine lokanta olarak (Ege Lokantası) kullanılmıştı. Sonra bu havra, üzerine yapılan Denizcilik Bankası binasının içinde kalarak kayboldu (şimdi de başka bir bankanın şubesi).
MURAT BELGE
İstanbul Gezi Rehberi / Tarih Vakfı Yurt Yayınları / S:75-78