Eski bohçacıların iki çeşidi vardı: Biri bohçacı kadın, öteki bohçacı madama. Bohçacı kadın Müslümandır. Başından, omuzlarından pelerin gibi sarkmış başörtüsü, sırtında yeldirmesi, kolunun altında sıkılmış sıkılmış da tanbura telleri gibi gerilmiş bohçası, ayağında el örgüsü beyaz yün çorapları vardır. Yaşı 40 ile 60 arasındadır. Sesi gevrektir; radyoda Hafız Burhan Bey`in tiz perdeye çıkarkenki sesinin notasını biraz andırır.
Ekseriyetle iki üçü birlikte, İstanbul içindeki sokaklarda ve sayfiyelerin önlerinde yollarda dolaşırlar.
- Haniya çözmeler, Şile bezleri, Bursa malları!... diye bağırırlar.
Mahallelerde herkes evinin içinde; kafesler inik, pencereler kapalı; kimse göze görünmez. Bu sebeple oralarda pek bağırmazlar. Bir sokak içine sapmışlar da geçiyorlarken, aşı boyalı evin büyük hanımı, kapıyı aralarmış, köpeklere ekmek doğruyor, yahut cumbalı odada bulunan gelin, kafesi biraz kaldırmış da cıgara tablasını silkiyor. Derhal nida hazırdır:
- Haniya dokumalar! İlh...
Muayyen müşterileri vardır. Semte her yol düşüşte; kapıyı çalıp taşlığa girer girmez zemin malta, mermer, çini her ne olursa olsun, derhal yere bağdaş kurarlar. Baş örtüsünü enseye indirip, göğsü bağrı da açıp pancar gibi olmuş yüzlerinin terini kurularlar.
Ölmüşlerinin canı için maşraba ile su isterler; avucu tepeye bastırıp, ayakta isler, çömelip suyu dikerler. Biraz soluk alır almaz bohça açılır. İçinde şunlar vardır:
Çözme, dokunma, Şile bezi, yazma yorgan, Bursa`nın hamam takımı, havlusu, bürümcüğü; uçları sarma işlemeli, ipekli, kılaptanlı, simli çevre; hesap işli uçkurlar, mendiller, taharet bezleri...
Ev halkı, büyüğünden küçüğüne, Çankırılı beslemeye kadar etrafa üşüşür. Birer birer bohçadan çıkanlar sıra ile ele alnır; dikkat ve itina ile gerilerek atkıları, örgüleri sayılır. Hama takımının kukuletesindeki sırmanın sim olup olmadığı münakaşa edilir.
Taharet bezinin etrafındaki sıçandişinin pek kaba yapıldığı zikredilir. Alış veriş hemen hemen nadir gibidir. Bu zavallıların talihleri mi bağlı, yoksa nasipleri mi bereketsizdir, nedir, bu kadara çene, patırtı kuru gürültü. Bir kuruşa bir bardakaltı bile alınmaz. Hiçbir şey satamadan, arkalarına baka baka, somurta somurta, kapıdan çıkarlar.
Bohçacı madamaya gelince, işte bakınız bu başlı başına bir tip idi. Bunların alayı Avusturya Yahudisidir. Gaga (dili, bozuk bir şiveyle konuşmak) Türkçe söylerler; esasen kendi dillerini de öyle konuşurlar ya!
Yaşları 40 ile 50 arası. Başlarında hasırdan bir siyah şapka; üstünde gerdana kadar siyah vual; arkada yine siyahken neftiye dönmüş tayyör, elde siyah tireden yarım eldiven; bilekte çanta, belden aşağı uzun etek, ayakta 45 numara iskarpin.
Hemen hepsi, değirmi çehreli, yanaklı, çilli, sarı saçlı (ağarmışssa yine sarıya boyanır), güneşten yanmamak için hafif pudralıdır. Meğerse o zamanlarda manikürlü parmak varmış da farkında değilmişiz. Serçe parmaklarda karga gagası gibi bir tırnak. Önde madama, arkada semerli, kelli felli bir hamal, semerin üstünde, ikisi kallavi, biri küçürek yelken bezinden üç bohça. Hamal madamanın emektarıdır; ona daima:
-Ahmet burada gel! Mehmet sen bura otur! Hasan karnın su istiyoğ? yollu hitap eder.
Madama, İstanbul içinde tanımadığı, bilmediği sokaklarda, hiç görünmez. Kibar semtlerde, yazlık köşkler civarında gezer. Onun müşterileri baştan aşağı muayyen; hepsi aşina ve ahbap kimseler. Babasının evine gidiyormuş gibi sellemehüsselam (uluorta) tanıdıklarının evini sıralar.
Kapıdan içeri girip bohçalarını gene alt kattaki taşlığa taşıtır taşıtmaz hamalını selamlığa, selamlık yoksa sokak kapısının önüne gönderir. Madama öyle de güçlü kuvvetlidir ki, bohçanın en irisini bile top gibi kaldırınca yandaki pembe odaya atar.
Arkadan altına bir sandalye çeker. Çantasındaki yelpazesini çıkarır. Bazılarında yaylı, vantilatör gibi dönen bir nevi yelpaze d4e bulunur. Madama dahi, sandalyeye çöker çökmez, su ister fakat hemen içmez. Ziyade terli olduğundan koltuk altlarını sallayarak havalanır.
Beslemenin getirdiği bardağı iyice tetkik eder. Kendi kendine, kimsenin anlamadığı frenkçe birkaç söz söyledikten sonra su tortulu yahut bardağın kenarında ağız yeri var! diye bir başka bardakla gene ister. Bu bohçaların da etrafına toplanılır. Büyük bohça: Yünlü kumaşlar, şayak eteklikler, kazmir ceketlikler yani mevsimlik ve kışlık şeyler. Ortanca bohça: İpekli fularlar, atlaslar, krepdöşinler, çarşaflıklar, yeldirmelikler, gazlar... En küçük bohça tuvalet levazımı: Kolonya, lavanta, düzgün allık, kozmetik, krem, diş tozu, taşlı tarak, saşın altına konan tel pompon, topuza takılan sırça sorguç, renkli taşlardan ve mercandan kolye, küpe, iğne, yüzük.
Madama, o gaga diliyle bir bülbürdür. Bilmediği, sarf etmediği Türkçe kelime yoktur:
- Nasıl diyoğlar? Türkçesini ben bilmiyoğ! dediği asla ve kat`a vaki değildir. Sanki İstanbul kazan o kepçedir. Her tarafını karıştırmış, her konağın iç yüzüne agah olmuştur. Onun daha ne marifetleri vardır; neler salık vermez? Gelin olacak kız, evlenecek delikanlı, yatalak karısı üzerine hanım arayan zengin bey, sinire doktor, romatizmaya ilaç, yıllanmış eski şarap, Ada`da sayfiye, Büyükdere`de yalı, satılık kupa arabası...
Bir nevi postacılığı ve muharebe memurluğu da vardır. Senli benli olduğu bazı candan tanıdıklarına iki göz arasında, kaş gözle işaretten sonra, yanaşır; bir iki fısıltıyı müteakip koynundan çıkardığı kokulu, çiçekli zarfı veriverir.
Yavaşçacık: "Cevabı çabuk yaz!" deyip hiç belli etmeden yine bohçasının başına geçer.
Akşam, 26 Mayıs 1932
Kaynak: Masal Olanlar / Sermet Muhtar Alus / İletişim Yayınları / S:85-88