İstanbul`da belediye ile ilgili işlerden biri de su sorunuydu. Kanuni Sultan Süleyman, Kırkçeşme sularını İstanbul`a getirttiği zaman milletin yüzü biraz güldü. Her tarafta çeşmeler yapıldı.
Ebussuud Efendi de Yazıcı çiftliği yöresinden bulduğu suyu Turunçluk suyu ile birleştirdi, bir çeşme yaptırmaya karar verdi. Su yolları yapmak için büyük bir çalışma başladı. Su yollarının onarımı için Mısır`dan hamallar bile getirildi. Sular İstanbul`a düzenli bir biçimde dağıtılacaktı.
Eğrikapı dışında büyük bir su hazinesi vardı. Bu hazine altmış lüleye bölünüyordu. Bu sular hazinelerden çeşmelere dağıtıldı.
Sultan Süleyman dönemine gelinceye kadar çeşmelerin suyu hep boşa akardı. Gece gündüz akan çeşmelerden dolayı sokaklar çoğunlukla bataklık haline gelirdi. Sonunda burma lüleler bulundu. Hem sokaklar çamurdan kurtarıldı, hem de suların boşa akmasına engel olundu. Böylece artan suyu isteyenler hayrat çeşmeler yaptırarak oralara akıtırlardı. Fakat burma lülelerin, yani muslukların icadı birçoklarının işine gelmedi.
Bazı mahallelerde imam ve cemaat: "Akan su bahçelerimize verilmiştir. Yabana akarsa aksın. Burma lüleye rızamız yoktur" dediler, burma lüleleri kaldırmaya çalıştılar. Bu konuda en ileri gidenler sipahilerdi. Bu sorun üzerine Sultan Süleyman İstanbul kadısına şu hükmü yazdı: "Çeşmelere burma lüle takıldığından lüleyi ufaltan eğer sipahi ve başka kullarım taifesi ise kapıma arz eyleyesin. Ve eğer ehl-i cihetten (yöre halkından) ise cihetten alup ahare (başka tarafa) veresin. Ve eğer şehirli halkından ise muhkem hakkından geldikten sonra cerimesini (cezasını) aldırasın. Ve yabana akmak ecli (nedeni) için açık koyanların dahi vech-i meşruh (açıklanan nedenlerle) üzre haklarından gelesin."
İstanbul çeşmeleri iki sınıftı. Biri at sakalarına, biri de mahallelere mahsustu. At sakalarının, mahallelere ayrılan çeşmelerden su almaları yasaktı. Fakat genellikle buna uyulmazdı. At sakaları mahalle çeşmelerinden de su alır, halka satarlardı. Mahalle halkı bahçelerini sulamak için geceleri çeşmeleri mahsus açık bırakırlardı. Hamamcılar ve hatta halkın bir kısmı özellikle anahtar edinirler, geceleyin su yolu kapı ve bacalarını açarlar, belirlenenden fazla su almaya çalışırlardı. Mahalle halkı derhal dilekçe sunup bu gibi olayları şikayet ederdi. At sakalarının hukukuna bazen arka sakaları tecavüz ederler, onlara ait çeşmelerden su almaya çalışırlardı. Fakat Divan-ı Hümayun nazarında at sakalarının hukuku diğerlerininkinden üstündü. At sakaları İstanbul`un fethinden beri, yangın çıktığı zaman hizmet karşılığı su taşırlardı.
İstanbul`da sık sık çıkan yangınlarda kiminin atı, kiminin eşeği yaralanır veya ölürdü. Bu özverilerine karşılık at sakalarının hukukunu korumayı Divan-ı Hümayun bir görev bilirdi.
Bununla birlikte, Divan-ı Hümayun`un bazı kişilerin özel çeşme yaptırmasına izin vermesi birtakım yolsuzluklara neden oldu. Bazı kişiler, hayrat olmak üzere çeşme yaptırmayı bahane ederek su alırlar, evlerinde yaptırdıkları hamam ve şadırvanlarda kullanırlardı. Bu yolsuzluğa reisülküttap, kazasker, Galata emini, eski defterdar, nişancı, arpa emini gibi devletin üst düzey görevlileri de cesaret ederlerdi.
Sokullu`nun sadrazamlığı döneminde devlet ileri gelenlerinin bu tutum ve davranışlarından şikayet edildi. Sokullu sorunu saraya arzetti. İkinci Selim: "Sıradan insanlar aracılığıyla durumlarını denetleyip herbiri evleri içine aldıkları suyu emr-i şerifimle mi almışlardır? Yoksa dışarıda su bulup da bunu şehir suyuna katıp evlerinin yanına geldiğinde mi almışlardır? Yahut evlerinin yanında bulunan çeşmeden gereksiz yere mi evlerine su aldırmışlardır? Ellerinde belgeleri var mıdır, varsa ne zaman almışlardır?" konusunda araştırma yapılmasını emretti.
İstanbul`da su işlerine bakmak üzere bir su nazırı vardı. Fakat işlemlerin yürümesi için genellikle İstanbul kadısına ve dergah-ı ali çavuşlarına hüküm yazılırdı. Her çeşmenin kaç lüle olduğu araştırılır, zarar ve ziyanın ödenmesine çalışılırdı. Bir yere ayrılan suyun sahibi o suyu istediği gibi kullanırdı.
Örneğin İkinci Selim`in eşi Nurbanu Sultan`ın hamamına ait suyu beygirler dolaplarla çekerlerdi. Bu su hamama fazla geldiği için artan suyu vakıf çeşmelere dağıtırlar; bir bölümünü de günlük ücretle isteyene satarlardı. Buradan gelen para hamama su çeken beygirlere harcanırdı. Nihayet Nurbanu Sultan hamamının fazla suyu yüz bin akçeye satın alındı. Paranın faizi dolap beygirlerinin masraflarına karşılık tutuldu.
İstanbul`a bol su geldikten sonra yapılan başlıca çeşmeler ve hamamlar, Edirnekapı karşısındaki Gümrükhane Çarşısı çeşmesi, Edirnekapı`daki Mihrimah Sultan Hamamı, Ebussuud Efendi`nin Macuncu Mescidi yöresindeki hamamı, Beyazıt çevresinde Kızlar Ağası Davut Ağa`nın çeşmesi idi. Daha sonra 17.yy.da Tophane`de Birinci Ahmet, 18.yy.da Bab-ı Hümayun önündeki Üçüncü Ahmet çeşmesi yapıldı. Artık İstanbul halkı o zamana dek çektikleri susuzluktan kurtulmuşlardı.
Kırkçeşme suyu esas olmak üzere İstanbul`un çoğu mahallelerinde çeşmeler yapıldı. Bazen su kemerleri sellerin ve zamanın etkisiyle yıkılır, halk yine susuzluk belasına uğrardı. Bu felaket, yaza rastladığı zaman, bir at yükü su için on beş akçe verme zorunluluğu doğardı. Tarihçi Selaniki`nin anlatımına göre, böyle zamanlarda kuyular ve pınarlar ihtiyacı karşılayamayınca dönemin padişahı susuzluk çeken insanları ve hayvanları güzel, tatlı ve bol suya kavuşturmaya niyetlenmiş, bu konuda gösterdiği gayretle iyi bir isim bırakmıştır.
Kaynak: Eski İstanbul / Ahmet Refik Altınay (Sayfa:63-67) / Yayına Hazırlayan: Sami Önal / İletişim Yayınları, 1998