İstanbul surlarının içinde ve dışındaki kuyulardan su bulanlar, bu suları mecra hakkı diye vakıf su yollarına armağan ederler, üçte ikisini kendileri alırlardı. İstanbul`un su derdi onsekizinci yüzyılda da hükümeti uğraştırdı. O tarihte gelinceye kadar devletin ileri gelenlerinden varlıklı olanlar, çevrelerindeki yoksulları susuz bırakmamak için hem dışarıya çeşme yaptırmışlar, hem de evlerine kuyu kazdırmışlardı. O dönemde evlere kuyu kazdırmak büyük bir sorundu.
Devlet ileri gelenlerinden başkaları evlerine kuyu kazdıramazlardı. Evlerine kuyu kazdıracakları zaman yasal yollardan ve bilirkişi gözetiminde kuyu kazılacak yerler belirlenip gözden geçirilir, başkalarının kuyusuna gelen suya zarar vermeyeceği anlaşıldıktan sonra izin verilirdi. Bu sayede su durumu düzenliydi ve çeşmelerde sular boldu. Yoksul veya zengin kim olursa olsun su sıkıntısı çekmez, ihtiyaç duymazdı.
Zaman geçtikçe yöntem değişti. Devlet büyüklerinden olmayanlar da evlerine su getirmeye heveslendiler. Nazırlar para yedirerek evlerine kuyu kazdırmayı başardılar. Fakat bu kuyuların suları önceden kazılmış olan kuyuların sularıydı. Ya da nazırlardan satın alınan birkaç masra (1 / 4 musluk tutarında) sudan oluşurdu.
Kış mevsiminde su bol olduğu için bunun farkına varma olasılığı yoktu. Fakat yazın sular azaldığı zaman bu durum ortaya çıkardı. Gerçi bunların suyu kestirilirdi. Fakat evlerinde hazır çeşme bulunduğu için nazırlardan parayla su almayı yine başarırlardı.
İstanbul içinde kuyu ve çeşme sularına özen gösterildiği gibi, Belgrat ormanları yöresindeki Çifte Havuzlar`dan İstanbul`a gelen suyun da temizliğine ve korunmasına dikkat edilirdi.
1725`de Çifte Havuzlar`ın temizliğine dikkat edilmediği görüldü. O çevredeki köylerde oturanlar burada çamaşır yıkarlar, suya hayvanlarını salıverirlerdi. Derhal su nazırına bir emir yazıldı. Çifte havuzlardan çevre köylerin sınırlarının sonuna kadar suyun etrafına çalı çit çekildi. Gelip geçenlere engel olmamak için de türlü türlü köprüler yaptırıldı.
Divandan çıkan hüküm çevre köylerdeki halka duyuruldu. Bu hükümde, yapılan kazık ve çitlerden her kim bir çalı koparacak olursa koparan kişinin köyündeki tüm ev ve binaların yerle bir edileceği, halkının başka yerlere sürülmekle kalmayıp kürek cezasına çarptırılacağı bildirildi.Şehirde suyun yönetimine o derece özen gösterilirdi ki, İstanbul, Galata, Eyüp ve Boğaziçi`nde suyun azalmasını önlemek için, çifte ve tek hamam yaptırılmazdı. Ayrıca bu konuda odunun da çok harcanmaması göz önüne alınırdı.
Kaynak: Eski İstanbul / Ahmet Refik Altınay (Sayfa:63-67) / Yayına Hazırlayan: Sami Önal / İletişim Yayınları, 1998