Eyüp, İstanbul şehrinde, bir Avrupalı`nın "Egzotik Şark"
kavramına en uygun düşecek semtti. Çünkü Eyüp öncelikle dini bakımdan
önemli bir yerdi.
Ziyaretçilerinin büyük çoğunluğu Türk olmakla
birlikte, sayılarının çokluğu bakıından İslam dünyasının en kalabalık
"dini ziyaret" yerlerinden biri olan Eyüp Sultan Camii`nin bunda büyük
bir payı vardı, hala da var. Ayrıca Eyüp, türbeleri ve mezarlıklarıyla da
ünlüydü. Mezarlıklar dünyanın her yerinde, bulundukları bölgeye bir
"öte-dünya" atmosferi kazandırır.
Ne var ki, plansız ve öngörüsüz girişilen sanayileşme, 19. yüzyıl
sonlarından başlayarak, Haliç`i mahvetti. "Altın Boynuz"u ağır
kokulu ve çirkin renkli bir su parçası haline getirdi. Bir zamanlar çokça
balık tutulan bu girintide canlı kalmadı. Hala da temizlenip temizlenmeyeceği,
temizlemek için-başka yerleri de berbat etmeden- nasıl bir yol izlenmesi
gerektiği belli değil. Bunun yanı sıra, tepelere yayılan çirkin gecekondu
binaları Haliç`in bu taraflarının mistik şiirselliğini hemen hemen tamamen
ortadan kaldırdı.
Köprü
Haliç`teki üç köprünün sonuncusu, Boğaziçi`ndeki ilk köprüyle aynı
zamanda, güney ayağı Ayvansaray-Eyüp arasına gelecek şekilde yapılmıştır.
Büyük şehirlerin coğrafyaları bu gibi ulaşım kanallarını uzun yıllar
boyunca belirleyebiliyor. Geçen yüzyıl ortasında burada gene bir köprü yapılmıştı.
Galata gibi dubalar üstünde duran ahşap bir köprüydü bu da. Bir Ermeni zengini tarafından yaptırılan köprünün ancak on yıllık, belki de daha az
(1853-63) ömrü olabildi. Günümüzde onu hatırlayan yok gibi, ama örneğin
İstanbul`un en eski fotoğraflarının çeken Robertson`ın fotoğraflarında
Ayvansaray-Halıcıoğlu Köprüsü`nü görebiliyoruz (ve bu sırada Unkapanı`nda
köprüsü yok).
Yavedud
Ayvansaray köprüsünün dibinde, fazla özelliği olmayan ahşap Abdül Vedud
Camii vardır. Bu haliyle oldukça yeni sayılır. Ama Abdülvedud hikayesi
ilginçtir. Bir söylentiye göre Buhara`dan müritleriyle gelip İstanbul kuşatmasına
katılmış bir ermiştir; tam karşıt söylentiye göre de, İstanbul içinde
bulunup kuşatmanın 53 gün sürmesine sebep olmuştur. Koçu, akla yakın bir
yorum yaparak, bu hikayenin, şehrin direncini bir Müslüman ermişle açıklama
gayretinden kaynaklanabileceğini söylüyor.
Bu hikayeye göre fetihten sonra, Ayasofya`da, Terlerdirek yanında nur yüzlü
bir cesedin yattığı görülür. Ak ve Kara Şemseddin`ler ve herkes başına
toplanır. Adının Yavedud şeklinde yazılı olduğunu görürler. Gasletmeye
kalkarlar ki, "Mergum magsuldür, hemen defnedin" diyen bir seda işitilir.
Tabuta koyup bir kayığa bindirirler.
Kayık yelkensiz ve küreksiz harekete geçtiği
gibi soluğu Eyüp yakınlarında alır. Bununla da bitmez: bu cevval ermişin
tabutu karaya yanaşan kayıktan kendi kendine hopladığı gibi orada yeni kazılmış
bir mezarın içine girip yatar. Böylece Yavedud ya da Abdülvedud kendi işini
kendi görür, cemaate yalnız toprak atmak kalır.
Biraz içeride olan bu türbe, zamanla harap hale gelince, Abdülaziz`in annesi
Pertevniyal Sultan bugün gördüğümüz türbeyi yaptırmıştır.
Yavedud`dan sonra sura paralel olarak güneye yürüdüğümüzde, Eyüp`ün Nişancı
mahallesine yaklaşırız. Buralar yeni geçen yollarla epey değişmiş bölgelerdir.
Ama Eyüp`e dini karaterini veren tekkelerin, dini yapıların toplaştığı
mahalledir.
Daha önce surları gezerken Eğrikapı maksemine gelmiştik. Onun tam karşısında,
gene eski tanıdıklarından birinin mezarı ve mescidi var: Çarşamba`daki
Ayios İoannis Kilisesi`ni camiye çeviren Hırami Ahmet Paşa`nın. Ahmet Paşa,
16. yüzyıl sonu sadrazamlarından Siyavuş Paşa`nın yanında yetişmişti.
Onun yaptırdığı tekkeye, 18. yüzyıl yarısında, Uşşaki tarikatından
Cemaleddin Efendi yerleşmiş ve tarikatın İstanbul`da yayılmasını sağlamıştır.
Buradan Kırımi Çeşmesi üzerinden Eyüp`e doğru yönelince, Kırımi Hüseyin
Efendi`nin değişik ve yakın dönem türbesini görebiliriz. Yerden yükseltilmiş
platformda on mermer sütunla, açık bir türbe. Çeşitli kadılıklarda
bulunan Hüseyin Efendi ünlü Halet Efendi`nin babasıdır.
Davutağa Caddesi`nde Davut Ağa Mescidi`ne (planı Sinan`dan kalmadır) ve
Setarik Tekkesi`ne göz atarak sağa, Haydar Baba Sokağı`na yöneldiğimizde
burada da birkaç eski esere rastlarız: Kanuni döneminin Semerkantlı Nakşibendi
şeyhi Baba Haydar adına yapılmış mescit ve tekke ilginçtir. Az ileride Hacı
Beşir Ağa Darülhadisi görülür. Beşir Ağa Lale Devri`nin darüssaade ağalarındandır.Yapı
iyice harap durumdadır.
Buradan Balcı Yokuşu`na geçtiğimizde, gene, iyice harap halde, Afife Hatun
Tekkesi`ni görürüz. Sefir Abdünnafi Bey`in annesi adına, 19. yüzyıl ortasında
kurduğu bir tekkedir.
Defterdar
Geri dönüp Haydar Baba`dan yürüyerek, asıl Eyüp`e varmadan önce, kıyıda
Defterdar denilen semte gelebiliriz. "Defterdar" adı, Kanuni Süleyman
devri defterdarlarından Nazlı Mahmut Çelebi`nin burada yaptırdığı camiden
kaşmıştır. Sinan`ın olduğu bilinen cami 18. yüzyılda yanıp yeniden yapıldığı
için tarihi bakımdan ilginç bir yanı kalmamıştır. Mahmut Çelebi minare külahı
üstüne pirinçten bir hokka ve kalem koydurmuştu. Caminin yanında Mahmut Çelebi`nin
açık türbesi vardır.
Kaynak:İstanbul Gezi Rehberi / Murat
Belge / S:191-199 / Tarih Vakfı Yurt Yayınları