Fatih Cami-II

Murat Belge

Fatih ile mimarı arasında sorun çıktığı ortada -en azından idam kesin. Ama sorunun ne olduğu belli değil. Yaygın söylenti, camii için Fatih`in verdiği sütunları Atik Sinan`ın keserek kısaltması. Niçin kestiği sorulunca Sinan, "kubbe bu kadar yüksek sütunlara oturtulursa depreme dayanamazdı," yollu bir cevap veriyor.

"El kesme" cezasının gerekçesi de bu (oysa mühendislik açısından doğru bir cevap olabilir). Ama cami yapılırken en başta sütunların dikilmesi gerekir. Bu durumda, kesilip kesilmediği o zaman anlaşılırdı. Bir ikinci neden, cami tamamlandığında, Fatih`in Ayasofya`nın aşılamadığını görerek gazaba gelmedi olabilir. Eldeki çeşitli ipuçları böyle bir hayal kırıklığının gerçekten yaşandığını akla getiriyor.

Bu duygu Azatlı Sinan`ın bir takım yolsuzluklar yaptığı şüphesiyle birleşmişse, ceza da daha anlaşılır olabilir. Sinan`ın camiye başlarken kendine bir vakıf kurduğunu biliyoruz. Gerekçe her ne idiyse, görülüyor ki bu durumda tarihi gerçeklik, efsanede anlatılan, İmparatorun gazabına uğrayan mimar motifine uyuyor.

Bu uzun hikayeden sonra şimdiki durumuyla camiyi ve külliyeyi gezmeye başlayabiliriz. Külliyenin batı girişinde bir mektep ve bir kitaplık varmış, ama bunlar yıkılıp yok olmuş. Karşımızdaki avlu, caminin depremde yıkılmamış kısımlarından. İki sıra pencereli yüksek avluya, yüksek, görkemli bir kapıdan geçerek giriyoruz. Bu avluda külahlı bir şadırvanı hemen görüyoruz. Mermer hazneli, sek,iz mermer sütunlu şadırvan. Avlu revakının sütunları, sütun başlıkları da güzel, ama avluda en dikkate değer şey, bence, girişin olduğu duvardaki yeşil eğriboz taşı üstüne beyaz mermerle yazılan Fatiha ve Besmele`dir. Ayrıca iki kanatta da, bu sefer çiniyle, Besmele ve Ayet el-Küri yazılıdır.

Bu güzel hat örnekleri Yahya Sofi ve oğlu Ali Bin Sofi`nin eserleridir.
Aslında caminin içinde de en güzel eserler hat. Yoksa, bildik 18. yüzyıl atmosferinin çok daha büyük bir örneğinin içindeyiz. Mihrap da barok, ama güzel. Camii içinde (sağ köşede) su içilen bir çeşme olması da ilginç. Bu herhalde eskiden bir ayazmaydı. Külliyeye önce medreselerden başlayalım. Kuzeydeki dört medreseye Karadeniz, güneydekiler de Akdeniz Semaniye (yüksek öğrenim) medreseleri denir. Her ikisinin de dışında, vaktiyle, "tetimme medreseleri" vardı. (yüksek öğrenim için hazırlık kısmı). Bunlar da kuzeydoğudaki Darüşşifa gibi artık yok.

İki kanatta da, ortada kalan iki medrese bitişik ve tek blok yapıyor; onun sağındaki ve solundaki medreselerle arada geçiş yeri bırakılmış. Tam simetrik yapılmış olan bu medreselerde hücreler dikdörtgen avluyu üç yanından sarıyor. Girişler yandan ve girişin yanında bir bahçe var.

Dershaneler de hücre olmayan kanatta yapılmış. İlk yapıldığında yaklaşık bin öğrencisi olan bir üniversite olmalıydı.
Medresenin bu şekilde, bir hükümdarın külliyesinin bir parçası olması ve gelirinin de o hükümdar vakfından gelmesi, "üniversite özerkliği"ni zedeleyen bir durum sayılabilir; o dönemde de sayılmıştır. Ulema ve bu arada tarikatlar ve dervişler Osmanlı devletinin kuruluş evlerinde dinamik bir rol oynamışlardı. İstanbul kuşatması sırasında da bu rolü sürdürdüler. Ama Fatih`in devleti ve her türlü otoriteyi merkezileştirmekteki kararlılığı , onların bu rollerinden ötürü sahip oldukları özerkliği büyük ölçüde kısıtladı. 

Medresenin külliye içine alınmasıyla aynı anda, tabhanenin de cami dışına çıkarıldığını görüyoruz. Tabhane, yolculuk yapan dervişlerin, din adamlarının konaklaması için camilerin kanatlarında yapılan ve cami iç mekanıyla birleşmeyen, bir tür dini oteldi. Fatih külliyesinin tabhanesi ise caminin dışında, külliyenin güneydoğusundaki bağımsız binadır. Bu uygulamalar zamanında ulemayı kızdırmıştı.

İmparatorluk biçimleniyordu ve ister istemez bundan gocunanlar olacaktı. Ama Fatih güçlüydü, ayrıca da başarılıydı. Hoşnutsuzluk daha büyük, kitlesel bir tepkiye dönüşmedi.

Caminin mihrap duvarının arkasında Fatih`in ve karısı Gülbahar Sultan`ın türbeleri var. Eyüp Sultan`da kılıç kuşanma töreninden sonra padişahlar dönüşte genellikle Fatih`in türbesini de ziyaret ederdi. Aynı depremde bunlar da yıkılmış ve yeniden yapılmış. Bu onarımda Fatih`in türbesinin iyice değiştiğini görüyoruz. İçi ampir tarzında süslenmiş. Gülbahar`ınki ise aslına daha yakın olabilir. Burada efsane peşimizi bırakmıyor. Söylentiye göre bu Gülbahar aslında Fransa Kralı`nın kızıymış ve son Bizans İmparatoru Konstantinos Dragazes`le evlenmek üzere Bizans`a gönderilmiş.

Şehir düşünce o da tutsak olmuş ve sonunda Fatih`in karısı olarak ona Bayezid`i doğurmuş. Üstelik, Müslüman da olmamış. Evliya Çelebi olsun, yabancı gezginler olsun, bu hikayeyi tekrar ederler. Gerçekten de, Gülbahar`ın türbesi, bu hikayelerde anlatıldığı gibi pencereleri kapalı duru ve ziyaret edilmez. Oysa Babinger bunların tamamen uydurma olduğunu, Gülbahar`ın arnavut olduğunu söyler.

İlginç bir rastlantıyla, benzer bir hikayesi olan, I. Abdülhamit`in karısı ve II. Mahmut`un annesi Nakşidil Sultan`ın türbesi de burada, biraz daha ileridedir. Bu da on dört kenarlı, pencereleri iki sıra ve ikinci sıradakiler beyzi olan, gayet değişik ve ilginç bir türbedir. Yazılarını ünlü hattat Rakım Efendi yapmıştır. Nakşidil türbesinin bahçesinde I. Abdülhamit`in kadınlarından Gülustu`nun da türbesi vardır.

Osmanlı tarihinin Batı ile özel ve ortodoksi dışı ilişkisi olan bu iki padişah (II. Mehmet ve II. Mahmut), halkın hayalinde, o yaptıklarını bir kadının -bir "gavur" kadının"- etkisinde kalarak yapmış olmalıdır. Bu da Yerasimos`un efsanesine uygun; Süleyman`ın da tapınağı putperest Belkıs`ın ya da ada kralının kızının cilvesi sonucu yapması gibi.

Fatih türbesinin arkasındaki hazirede Gazi Osman Paşa`nın türbesi ile onun hemen yanında, Abidin Dino`nun dedesi, Dinozade Abidin Paşa`nın sekizgen yarı açık türbesi var. Hazirede ayrıca, bu kitapta da adı geçen bir çok önemli Osmanlı yatmaktadır: Sadrazam Msutafa Naili ve Abdurrahman paşalar, Ahmet Mithat Efendi ile Ali Emiri Efendi, Vahdettin zamanında Ali Rıza Paşa, hattat yesarizadeler, Ahmet Cevdet Paşa v.b.

Külliyenin güneydoğu köşesinde çok büyük olması gereken imaretin birkaç kalıntısı duruyor. Onun karşısında yapılmış olan kervansarayın bu kadar bile izi yok. Burada yalnız tabhane ayakta kalmış.

Cami bahçesinden bu bölüme "çorba kapısı" denilen bir kapıdan geçilir. Tabhane külliyenin en güzel ve karmaşık binalarından biridir. Ortasında avlu vardır ve onu çevreleyen yirmi kubbe yeşil eğriboz taşından on altı sütun üstüne oturur (sütunlar herhalde Havariyun Kilisesi`nden alınmıştır). Doğudaki şimdi kubbesi yıkılmış, çıkıntılı bölüm cami kısmıdır.
Sonuç olarak, Atik Sinan`a yazık olmuş diyebiliriz.

Kaynak: İstanbul Gezi Rehberi / Murat Belge / Tarih Vakfı Yurt Yayınları / S: 163-169

Paylaş:

İstanbul Fotoğrafları İstanbul Tarihi İstanbul Müzeleri Dini Mekanlar Tarihi Eserler İstanbul İlçeleri Daha Fazlasını Göster

SAYFAYI PAYLAŞIN

Facebook Twitter İnstagram Pinterest Mesaj Email
KAPAT

HAKKIMIZDA

Hakkımızda iletisim Yasal Uyarı Reklam Android Apple
KAPAT