Kentin Görkemli Yükselişi Ve Çöküşü
19.yüzyılın ikinci yarısından sonraki dönemin İstanbul’u transit ve finansal ticaretin kentsel göstergelerinin egemen olduğu bir yapılanmayla betimlenebilir. Bu yapılanmanın belirgin görüntüsü Eminönü ve Karaköy bölgesinde odaklanan yeni merkezi iş alanlarının ortaya çıkması oldu. Bankalar ve büyük iş hanları anıtsal yapılar olarak bu iş merkezlerine ya da yakınlarına yerleşti; Bankalar Caddesi oluştu. Yeni Karaköy Köprüsü’nün yapımı bu iki merkezi bağlarken, Avrupa’nın ilk metrolarından olan Tünel’in yapımı ticaret eksenini La Grande Rue de Pera’ya (İstiklal Caddesi) kadar uzattı.
La Grande Rue de Pera, zenginleşen kentin büyük ve lüks tüketim ekseniydi. Büyük aile hotelleri (konak), görkemli hanları, lüks pasajları, pastane ve lokantaları, tiyatro ve kabareleri, büyük mağazaları vb. ile paris olmaya özenen bir çevre yaratılmıştı burada. Kültür ortamı olabildiğince canlıydı; konser, sergi, oepra ve tiyatro hiç de sıradan olmayan bir düzeydeydi. Banker, armatör veya komisyoncular, diplomatik çevre ve yüksek bürokrasi kışın burada, yazın Boğaz kıyılarında yaşıyordu.
Kent içi ulaşım sisteminde önemli modernizasyon projeleri gerçekleştirilmişti. Buna bağlı olarak yerleşme alanlarında hızlı bir genişleme ve yayılma gözlendi.Şirket-i Hayriye’nin kuruluşuyla ilk kez İstanbul’un parçalı coğrafyası birbirine hızlı araçlarla bağlandı; kayık ve benzeri araçların yerini Haliç tersanelerinde imal edilmiş, buharlı ve yandan çarklı şirket vapurları aldı. Adalar, bu sayede kentle bütünleşme olanağına kavuştu ve Kadıköy’le birlikte bir tür banliyö ve dinlence yerleşmeleri ortaya çıktı. Banliyö tren hatlarıyla birlikte benzer bir gelişme Bakırköy ve Yeşilköy’de, ayrıca Göztepe ve Erenköy’de yaşandı.
Boğaziçi de yeni ulaşım aracının olanaklarından pay aldı. Yerleşim alanları genişlerken yaşam yeni bir canlılık kazanıyor, özellikle Rumeli yakası yüksek sınıfların yazlığı olarak en parlak dönemini yaşıyordu. Birbiriyle yarışırcasına inşa edilen yalıları, ahşap konutları, Şirket-i Hayriye iskeleleri, gazino ve otelleri, edebiyatı ve müziğiyle burada kendine özgü bir yaşam kültürü oluşmuştu. Yüzyıl sonunun Liberty ortamı, mimarisi, sanatı ve söylemiyle yaşanıyordu.
Mimarlıkta Art Nouveau’dan Klasikçilik’e ya da Oryantalizm’e uzanan bir üslup çoğulluğu gözlenirken, Edebiyat-ı Cedide sembolizme açılıyor; İstanbul, resim, tiyatro ve müzikte ilginç sanat etkinliklerine sahne oluyordu. Pierre Loti, Franz Lizst, Sarah Bernarth, İ. K. Ayvazovski bu dönemde İstanbul’a gelenler arasındaydı.
19. yüzyıl, Abdülhamid rejimini sarsacak olan özgürlükçü akımlar ve çalışmalarla kapanırken İstanbul’un son saray kompleksi, Yıldız tepelerinde kendine özgü bir biçimde, zamana yayılmış bir yapım etkinliği olarak, köşk, kasır ve pavyonların spontane yerleştirilmesiyle inşa ediliyordu. Yıldız Sarayı, kısmen 2. Abdülhamid’in kişiliğine de bağlı olarak Dolmabahçe’deki bütüncül tasarımdan çok farklıdır. Klasik dışı ve parçalı konseptiyle Tanzimat anlayışından da çok uzaktadır. Kapalı ve neredeyse Ortaçağ yerleşim modeliyle İngiliz bahçesini birleştirir. 2. Wilhelm’in İstanbul ziyaretleri için yaptırılan Şale Köşkü sarayın son zenginliğidir.
2. Meşrutiyet’in ilanı ve parlamentonun yeniden açılışı, İstanbul’un yaşadığı son şenlikti. Özgürlük ortamının coşkusu yalnız sokakları dolduran kalabalıklarda değil yayın patlaması yaşayan basında, tiyatrolarda yankılandı. İstanbul, çağdaşlık yolunda bir adım daha attığını duyumsadı. Balkan Savaşları başlayıp ilk Balkan göçmenleri kente gelene kadar İstanbul, bu görkemini tüm parıltısıyla sonuna kadar yaşadı.
Kaynak: Dünya Kenti İstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, Afife Batur, sayfa 169 – 174