Sara Korle, son padişah Vahdeddin`in İstanbul`u terk etmesi ile Cumhuriyet`in ilanı arasındaki zaman diliminde doğar. "Ben 1922`de doğdum. Babam bahriyeli, annemse Osmanlı hanedanına mensuptu" diyen Sara Korle, hem babasının, hem annesinin kızı. Anılarını kalem aldığı teyzesi Mevhibe Celaleddn gibi, Sara Korle de geçmişte yaşamaktansa içinde yaşadığı döneme ayak uydurmayı seçer.
Cicim ile Ertuğ
Sara Korle, 1922 yılının Aralık ayında, bahriyeli olan babası Ertuğrul Bey`in görevli olduğu Dresden`de doğar. Babası Amiral Ertuğrul Bey, Üsküdar Sultantepeli. Ailesi, Sultantepe`de bulunan Özbekler tekkesine nemsup:
Tekke, hayır yeri. Çocukluğumda kazanlar kaynar, bayramda, Ramazan`da herkese yemekler dağıtılırdı.
Sara Hanım`ın annesi münire Hanım`ın babası Mehmed Celaleddin Bey, Sultan Abdülmecid`in kızı Cemile Sultan`ın oğlu. Sultan II. Abdülhamid, V. Murad, Mehmet Reşad, ve son padişah Vahdeddin, Münire Hanım`ın babaannesi Cemile Sultan`ın kardeşleridir: kendimi bilene kadar, annemin Sultan Mecid`in torunu olduğunun farkında değildim. Amiral Ertuğrul Bey`in kızı olarak biliyordum kendimi. Gençliğimin son yıllarında yavaş yavaş anne tarafından ailemi tanımaya başladım. Ailenin bazı fertleriyle annem yakındı. Ama onlar hudut harici edilmişti. Annem ve teyzem, kadın oldukları için hudut harici edilmemişlerdi ama, dayım edilmişti. Onu hiç görmedim. Bir kere vapurla gelmiş. Kızları bizimle birlikte büyüdüler. Dayım Fransa`da yaşadı ve aftan evvel öldü.
Sarah Korle, kendini her şeyden önce Cumhuriyet çocuğu olarak tanımlıyor:
Aile fertlerini reddetmem, iftihar ederim ama, ben kendimi Atatürk çocuğu olarak düşünüyorum. "Çıktık Açık Alınla On Yılda`"yla büyüdüm. Babamla annem bana onları telkin ettiler. Annem ve anneannem, Atatürk gelip de çarşafı attığı zaman bayram etmişler. Aileden bir fert var, çok küçükken hudut harici edilmiş yahut dışarıda doğmuş. Yıllar sonra Ankara`ya geliyor, Anıtkabir`e çelenk koyuyor. Aile efradı kızıyor. O da "memleketimi kurtaran bir insan, niye koymayayım" diyor. Ben hem Osmanlılara hem Atatürk`e bağlıyım. Babamın kızıyım. Anamın da kızıyım tabi ki. Osmanlılar hiçbir zaman memleketi soyup da dışarıya çıkmadılar. Çok zor şartlar altında yaşadılar. Bir kısmı dışarıda fakirlik içinde vefat etti. Hırsız değillerdi hiçbiri.
Ailede emektarlar vardı. Teyzemin yanındaki Seniye, saraydan beraber çıkmış, ölümüne kadar beraberdi. Annemin yanında Melek diye bir saraylı Çerkez vardı. Aileye bağlıydılar. Hürmetleri daima devam etti. işlerimizi görürlerdi. Ölene kadar devam ederdi o ilişkiler. Zaten evlerde bütün aile efradı bir arada oturur, adamlar uşaklar herkes bir yerdeydi.
Kardeşi Semra çocuk yaşta ölünce, Sara tek çocuk olarak büyür:
Annem evlenmeden evvel büyükbabamın, yani Osmanlı olan Celaleddin Bey`in Anadolu Kavağı`nda bir çiftliği varmış. Annem çiftlik evinde şöminenin önündeki posta uzanır, kitap okurmuş. Okuduğu kitabın adı da Kontes Sara`ymış. "Bir kızım olursa adını Sara koyacağım" demiş.
Sara doğmadan önce, annesinin yetiştirdiği Kandilli`deki konak satılır. Münire Hanım kendi hissesiyle Nişantaşı`nda dört katlı bir apartman alır: "Ben doğmadan satmışlar Kandilli`yi. Teyzemle dayım paraları Avrupa`da yemiş. Eski aileler öyle oluyor." Münire Hanım`ın saraydan eşyalarıyla süslediği evini, Dresden`e giderken emanet ettikleri bekçileri boşaltır. İstanbul`a döndüklerinde evlerinin yanmış olduğunu öğrenirler. Sara Hanım`ın deyimiyle, "sıfıra sıfır" kalırlar.
Küçük Sara, ilkokuldan önce küçük yaşta Galata`daki "Soeur`ler mektebine" (Avusturya Lisesi) yatılı olarak verilir:
Hiç unutmam, annem elimden tutup beni götürüyor. Merdivenleri çıkıyoruz. Büyük demir kapılar açılıyor. Ben içeri giriyorum, arkamdan kapılar kapanıyor. Annem gidiyor ve hüngür hüngür ağlıyorum. İki yıl orada kaldım. Mükemmel Almanca öğrendim. Gotik bile yazardım. Yazın Burgaz`a kampa götürürlerdi. Kroke oynamasını öğrendim. Eve geldiğim zaman, "Almanca konuşsana" derlerdi. İnat ya, konuşmazdım. Herhalde, "niye beni oraya koydular" diye bir his vardı içimde.
Sara Korle, annesini ve babasını şöyle anlatıyor:
Annem de babam da açık fikirli, ileriyi gören insanlardı. Görücü yoluyla evlenmişler. Annem daha önce kısa bir evlilik yapmış. Çok neşeli ve keyifli bir insandı. Çiçekleri sever, gül yetiştirirdi. Müthiş sportmendi. Ata biner, ava giderdi. Biz Gölcük`te otururken köpeğini alıp köylülerle günlerce domuz avına giderdi. Beni de o şekilde yetiştirdi. Bütün sporları yapardım. Bir kere ufak bir ameliyat geçirdim. Narkoz gözüme kaçmış, ayıldığım zaman kör oluyordum zannettim. Annem o aralık ava gitmiş, bir kuş vurmuş gözünden. O gün bugün avı bıraktı.
Anneannem Çerkezdi. Gölcük`te otururken, anneannemin Adapazarlı akrabaları ellerinde tavuklar, misafir gelirlerdi. Çerkez muhabbeti olurdu. İki gün yerine on gün kalıp otururlardı. Babam görevinde sert, asabiydi ama çok iyi bir insandı. Arkadaştık babamla. Güzel fikirleri vardı. "Bisiklet alsam araba istersin. İsteklerin hududu yoktur, neyi ne zaman isteyeceğini bilmen lazım" derdi. Anneme herkes saray usulü "cicim" derdi. Ben anneme hiçbir zaman "anne" demedim, "cicim" dedim. Babama da "Ertuğcum" dedim. Soyadları verildiği zaman babam "Ertuğrul" soyadını aldı.
Kaynak: İstanbul`da Hatırlamak ve Unutmak / Leyla Neyzi / Tarih Vakfı Yurt Yayınları /S: 177