Günlerin adı, sürelerince yaşanılan olayların değerine göre değişebilir. Bu gün, şimdilik `paltosunu ilk çıkardığı gün`dü, sonra `Güler`i ilk gördüğü gün` olacaktı.
Güneşliydi, ılıktı. Karaköy`de, dört yol kavşağındaki tatlıcıda, yanında oturduğu pencerenin önünden geçen insanların arasında ilk bakışta marangoz olduğu anlaşılabilecek bir adam arıyordu. Bazı günler terzi arardı. Bir keresinde terzidir dediği birine yetişip sormuş, zabıt ka*tibi
olduğunu öğrenmişti. Marangoz aramaktan bıkınca, küçük alanın ortasındaki trafik polisine bakmaya başladı. Düdük öttürüyor, değnek sallıyor; arabalar, tramvaylar birbirlerine değmeden vızır vızır geçiyorlardı. Adamın hareketleri ona gülünç geliyordu. Belki asık yüzlü oluşundandı.
Neden insanlar durup gülmüyorlardı? Sevmedi onu. O olsa bir gün muziplik yapardı. Arabaları, tramvayları, birbirine karıştırır, sonra gülerdi. Polis bunu yapacak adam değildi. Belki bu düzeni ancak düşlerinde bozardı.
Sonra köşeyi gördü. Bazen, görünür bir sebep olmadan, insana önünden geçtiği yapı, bir sokak köşesi, üstünde oturduğu sandalye hayatında önemli bir yer tutacakmış gibi gelir. İşte bu köşede bugün bir şeyler olacaktı. Artık hep oraya bakıyordu. Gelip geçenlere göre orası, şehirde binlercesi olan basbayağı bir yerdi. Yoksa o mu büyütüyordu? Orada geçebilecek her günlük bir olayı, içindeki önyargıyla değerlendirip olağanüstü bir şey mi sanacaktı? Konuşan iki adam ayrılmak üzereydiler.
El sıkıştılar. ‘‘Çıkarın şapkalarınızı!’’ Çıkardılar. İnsanlardan yenilik beklemek saçmaydı. Şimdi köşede iki kız durmuş konuşuyorlardı. Ayakkapıları topuksuzdu. Bak bu iyiydi. Yoksa?.. Yüreği çarptı. Birinin yağmurluğu devetüyü, öbürününki açık maviydi. İşte ayrılacaklardı. İçinden bağırdı: ‘‘Haydi, el sıkışın!’’ Kızlar öpüştüler.
Yerinden fırladı. Kapıdan çıkarken garsonun sesini duydu.
-Beyim, para! diyordu.
Elini cebine sokup ilk tuttuğu parayı çıkardı. Beşlikti. Buzdolabının üzerine bırakıp çıktı. Köşeye koşarken kızların ikisini de görüyordu. Devetüyü Yüksekkaldırım`dan, açık mavi Tophane`den yana yürüyordu.
‘‘Tanrım, hangisi?’’ Köşede bir an durdu. Sonra devetüyünün arkasından gitti. (Her şey o, bir anlık duruşta olup bitmişti. Gene yanıldı. Açık mavili B. idi. Onun arkasından gitseydi hika*ye bitecekti. Ama o Güler`le gitti. Tesadüf mü? Değildi. Bu şehirde en sevmediği yer Tophane caddesiydi.
Belki vapur düdüklerinin çağrısından korktuğu için, belki de bu yoldaki fakültede geçirdiği sıkıcı günlerin etkisiyle sevmiyordu. Oysa Yüksekkaldırım`ı severdi. Devetüyünün oradan çıkacağı umulurdu. Sonra Ayşe`ye gittiği günlerden kalma ayak alışkanlığı vardı. Kişiyi habersiz yöneten alışkanlık...
YUSUF ATILGAN
Kaynak: (Aylak Adam. İletişim Yayınları. 3 baskı, 1985)