"Sultan Hamid devrini gördük" diyen Seniha Yazıcıoğlu, Birinci Dünya Sabaşı ve mütareke dönemini anımsayan geçiş dönemi kuşağının son temsilcilerindendi. Bu yüzden yaşam öyküsünün özel bir önemi var.
Görüşmemizde öne çıkan temalardan biri çokeşlilik oldu. Seniha Hanım bize, çokeşli bir ailede ortak olarak yaşayan kadınların bu kurumu nasıl gördüklerini anlatırken, çokeşliliğin gerektirdiği ince dengeyi, yarattığı çelişkileri ve çatışmaları da hissettirdi. Bir diğer tema ise, bir Osmanlı ailesine yabancı bir gelin gelmesi sözkonusu.
Annesi Maggie`ni "ötekiliği", Seniha Hanım`ın kendi kimliğini nasıl algıladığını görmemizi sağlıyor. "Alafranga" Fuat Bey`in kızı Seniha Hanım`ın, babasından bahsederken ailesinin kozmopolitliğini, yabancı olan annesinden bahsederken de Türklüğünü/Müslümanlığını vurgulaması özellikle ilginç.
Seniha Hanım`ın annesinin yabancı olması, ince bir denge gerektiren çokeşlilik kurumunun daha da zorlanmasına neden olmaktaydı. Bu bağlamda, kadınlarla kocaları arasındaki statü farkı bariz bir şekilde ortaya çıkıyor. Fuat Bey`e (Seniha Hanım`ın deyimiyle) "saygı sayan" Maggie, hem ortağının dedikodusuna maruz olmamak, hem de çocuklarını korumak için kendi çevresinden uzaklaşır.
Bu, saraya intisap etmiş bir kulun geçmişinden kopmasına benzer. Osmanlı idarecilerinin aileleri için saray önemli bir modeldir. Seniha Hanım`ın ailesiyle ilgili anlattıklarından, bir Osmanlı idarecisinin, yaşamının "adamı" olduğu padişaha ne kadar bağlı olduğunu ve payitahttan uzaklaştırılma korkusu içinde yaşandığı görüyoruz.
Devlet memurlarının yaşamı, gelirinden olmak ve sürülmek korkusu içinde geçer. Bu güvensizliğin, sistemin çökmekte olduğu yıllarda daha da arttığı aşikardır.
Alafranga Fuat Bey
Seniha Hanım, 1903 yılında İstanbul`da doğar. Aydın ve Antalya sancaklarında mutasarrıflık yapan büyükbabası Katipzade Sabit Paşa, İzmir`de torununun doğum haberini aldıktan sonra, vapurda kalp krizi geçirerek vefat eder. Seniha Hanım`ın babası Yazıcızade İsmail Fuat Bey ise, Sultan Hamid devrinde Dahiliye Müsteşarı ve Şura-yı Devlet (Danıştay) Azası olarak görev yapar.
Seniha Hanım`ın babası Fuat Bey, 1864`te doğar. Dört yaşında annesini kaybedince Beylerbeyi`nde dayısının yanında büyür. Sabit Paşa, o günkü adete göre oğlunu yetişsin diye Dahiliye Nezareti`ne vererek "Dahiliye çırağı eder". Fuat Bey, on altı yaşındayken dayısının kızı Hatice ile velenir. O kadar gençtir ki dadası, "evlendi de büfelerin üstünde dolaştı sevinçten" diye anlatır. Fuat Bey`in ilk eşinden Sabiha ve Ümmü Kemal isimli iki kızı, iki de oğlu olur. Hastalık sonucu hem oğullarını, hem eşini kaybeden Fuat Bey, bekar kalır. Fenerbahçe`de arabalarla turlar yapan ve "Alafranga" veya "Gözlüklü" Fuat Bey lakabıyla tanınan Fuat Bey, bir süre sonra dayısının ısrarı üzerine tekrar evlenir:
"Dayısı, "sen çok geziyorsun" deyince, tutmuş bir hanım bulmuşlar." İkinci hanımı, Sadrazam Rüştü Mehmet Paşa`nın torunu Züleyha Zafer Hanım. Fuat Bey, Züleyha Zafer Hanım`la evlenince, Rüştü Mehmet Paşa konağından kalma dadılar, Züleyha Zafer Hanım`ın halası, ablası, yeğenleri ve çeşitli akrabaları da Fuat Bey`in evine gelirler. Sultan Hamid tahta çıkınca, Sadrazam Rüştü Mehmet Paşa`nın damadı diye, Züşeyha Zafer Hanım`ın babası Mülazım (Üsteğmen) Tatar Mehmet Giray Bey`i Bağdat`a sürer. Mehmet Giray Bey, yıllar sonra Hürriyet İlan edildiğinde, "bir karış sakallı bir Ferik" (Orgeneral) olarak İstanbul`a dönecek, bu sefer "Sultan Hamid`in adamı" olan kendi damadı Fuat Bey Mısır`a kaçtığından, kızının evine sahip çıkacaktır.
Maggie
Fuat Bey`in ikinci hanımı Züleyha Zafer Hanım`dan çocuğu olmaz. Bu arada ilk hanımından olan kızları yetişir ve evde eğitim görürler. Rumca, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca ve Türkçe bilen Maggie (Margaret), Fuat Bey`in konağına İngilizce hocası olarak gelir. Geliş o geliş! Seniha Hanım, "Annem güzel bir kızdı. Mavi gözlü, uzun boylu, bembeyaz. Babam da tutmuş, annemi sevmiş" diyor. Bu sevdadan konak telaşa düşer. Fuat Bey, Maggie`ye Nişantaşı`nda ev açar. Seniha Hanım doğar. Züleyha Zafer Hanım, çocuğu görmek bahanesiyle Maggie`yi davet edip gece yatısına alıkoyar:
Ertesi gün annemin eivi dağıtmışlar. "Evladım, bir daha evimi görmedim" derdi annem. "Ne demek, koskoca konakta yer mi yok" demişler. "Neden kendi evine dönmedin" diye sorduğumuzda, "babanız üzülürdü evladım" derdi.
Bu emrivakiyle, Müslüman olup Emine Meliha ismini alan Maggie, Züleyha Zafer Hanım`ın idaresi altındaki konakta yaşamaya başlar. Üç çocuğu olur: Seniha, Nimet ve Hikmet.
Margaret`in babası, Violandis isminde Yunanlı. Violandis, yarış atları yetiştirmek için Yunanistan`dan İskoçya`ya gider. Orada, Annie McKenzie adında İskoç bir hanımla evlenir ve iş icabı İstanbul`a gelir. Kısa bir süre sonra ölünce, Annie McKenzie dört kızı ile Yüksekkaldırım`daki İskoç Misyonu`na sığınır. Dört kızı burada yetişir.
Fuat Bey Maggie`yi alınca, Züleyha Zafer Hanım`ın yakınları, Fuat Bey`in kayınpederinin "Sultan reşad Efendi`nin adamı" olduğunu söyleyerek onu Sultan Hamid`e şikayet ederler. Seniha Hanım`a göre, Sultan Hamid Fuat Bey`e "seni Harput`a vali yaptım" der. "Memduh Paşa`ya sandalye kaldırmış adam" olarak nam salmış olan Fuat Bey direnerek, sonunda Kastamonu`ya tayin edilir. Seniha Hanım çocukken Kastomu`ya taşınırlar. Hürriyet`in ilanından sonra da, İstanbul`a dönerek Moda`ya yerleşirler. Şimdi de Sultan Abdülhamid`in polisleri, hürmet ettikleri Fuat Bey`e arandığını bildirirler. Bunun üzerine Fuat Bey, Moda`da oturan Whittall`lerin yardımıyla vapura binerek Romanya üzerinden Mısır`a kaçar. Orada üç sene kalacaktır:
O zaman heyet halinde gelirlerdi. İmam, bekçi, bir sürü adam evde Fuat Bey`i arıyorlar. Vaktiyle Ermeni meseleleri olduğu zaman, bazılarına babam yardım etmiş. Onlardan bir adam dagelmiş, salonda babamı bekliyor. Adamın karakolda canının çıkarmışlar, "sen biliyorsun nereye gittiğini" diye. Babam Mısır`dayken bir sene Köstence`de Torosyan Efendi`nin çiftliğini tuttu. Buradan dadılar bacılar, takım taklavat çiftliğe gitti. Harika bir bahçesi vardı. Orada bir ay kaldık.
Aile İstanbul`da, kışları Şehzadebaşı`nda bir konakta oturur:
Şehzadebaşı`nda kızamık olduk. Akşamüstü bize akide şekeri getirirlerdi. Evde havagazı vardı. Elinde sopayla biri gezer, akşamları lambayı yakardı. Bürünci Dünya Harbşi`nde babamın, "çocuklar gaz buldum" dediğini hatırlarım. Evdeki küçük kızlar sabahları lambaları şişelerini yıkar, lambaları merdivenlerin kenarına koyarlardı. Evde elektrik yoktu ama, telefon vardı.
Kaynak: İstanbul`da Hatırlamak ve Unutmak, Leyla Neyzi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, S:199-203