Aziz dostlarımdan, mütakait kaymakam S. Bey, eski kuzu ziyafetlerini şu veçhile naklediyor: O vakitler, bahar gelince, askeri ve sivil leyli mekteplere, Kağıthane`de kuzu ziyafetleri verilirdi.
310 (1894) senesinde, Eyüp`te, İplikhane Kışlası`ndaki Baytar ve Eczacı Rüşdiye-i Askeriyesi`nde talebe idim ve on iki, on iç yaşlarında bir çocuktum. Bahar gelip ortalık yeşillenmeye başlar. Haliç`in o küçük adacığının karşısındaki harap kışlanın, yani mektebimizin üstünü, tuğla harmanlarından çıkan dumanlar bürünürken, en küçüğü yedi ve en büyüğü yirmi iki yaşındaki mektep talebesinin gönlüne de, Kağıthane`ye, kuzu yemeye ne zaman gidileceğinin kaygusu düşerdi.
Başlarında uzun püsküllü, kalıpsız kırmızı fes, sırtında, çifte top namlusu düğmeli, dahili elbise bulunan talebe, mektebin güzel tarhedilmiş bahçesine serpilen yeşil boyalı kanapelere yaslanarak bu teferrüce (geziye) dair sohbete koyulurlardı.
Her taraftan akseden cıvıltıyı, derse hazırol! borusu ve dahiliye zabiti mülazım Rıza ile mülazım Baba Cemal Bey merhumların şiddeti ihlal ederdi. Günler geçtikçe arzu şiddetlenir, Mayıs`ın hululü (gelmesi), dört gözle beklenirdi. İlk partiyi Harbiye kazanırdı. Muzıka sesleri neşe ve şetaret nidaları akseden vapurlar geçerken, İplikhane`deki talebe deniz kenarına koşarlar, kendilerine ne zaman sıra geleceğini düşünerek gerisin geriye haib - hasir (hiçbir şey elde edemeden), bahçeye dönerlerdi.
Yevm-i muayyen (belirli gün) vürut etmeden (gelmeden) evvel, mektep müdürü Kolağası Arnavut Şevket Bey merhum, talebeyi akşam üstleri toplatır, sınıf sırasıyla dörder kol nizamında dizer, yürüyüş talileri yaptırmaya başlardı.
Ekseriya yürüyüş kolunun başında son sınıftan Tophaneli Yahya (eczacı zabitidir), Erzurumlu Cemil (mütekait süvari kaymakamı), Davutpaşalı Sıtkı Efendiler bulunurdu.
Bu talimlere mülazım Çopur Ahmet Bey (binbaşı iken vefat etmiştir) ve topçu mülazımı Ömer bey (31 Mart`ta şehit oldu) nezaret ederdi. Artık mektebin sevincine payan olmazdı. Senenin bu birinci gününe münhasır olmak üzere, eş, akran, bir arada, Kağıthane`ye gidilecek, kuzu dolmaları yenilecek, su yerine limonata içilecek, çayırlarda türlü oyunlar oynanacak, gençlik şevk ve sürurundan nasip alınacak. Bu iplerle çekilen gün gelmezden evvel, umuma beyaz eldivenler dağıtılır, elbisesi eski olanlara yeni elbiseler verilirdi. Baytar Mektebi, Kağıthane`ye, hemen daima Topçu Mektebi`yle beraber giderdi.
O gün erenden kalk borusu çalınır çalınmaz, bütün talebe yataklarından fırlar, giyinip, alesta olurdu. Mektep kapısından çıkılıp Eyüp iskelesinde bekleyen Haliç Şirketi`nin 7 numaralı vapuruna binilir, biraz gidilip Karaağaç iskelesinde inilir, orada Halıcıoğlu`ndan gelen Mühendishane-i Berri-i Hümayun`a ait iltihak olunurdu.
Muzika önde, Topçu Mektebi ortada, Baytar Mektebi de arkada olarak, Sadabad`ın yolu tutulur, toz topraklara bulanılmaya başlanırdı. Artık, lacivert ceketler kül rengine, mavi ceketler beyaza, beyaz eldivenler siyaha minkalip olur (dönüşür), terli başlardaki feslerden akan kırmızı boyalar, noksan olan yüz tuvaletini ikmal ederdi. Bu veçhile, bir hayli yol katedile dursun, büyüklere yetişemeyen ve geri kalan küçükler, etraftan tedarik edilen briçka, yaylı, tenteli arabalara doldurulur, ziyafete giden kafilenin adeta ağırlığını teşkil ederlerdi.
Sadabad`a, encam-ı kar (işin sonunda) varılır ve etrafa dağınılırdı. Dört köşe, yuvarlak, beyzi masalar üzerine sofralar kurulmuş, kuzu lengerleri ortaya, yeşil salata tabakları etrafa dizilmiş. İki üç metre boyunda, içi çinkolu, etrafı musluklu, yalak biçiminde ve dört ayaklı kaplara limonatalar doldurulmuş. Ağaçlara bayraklar asılmış.
Erkan ve ümeranın yemek yiyeceği mahaller daha itina ile ve daha çok bayraklarla tezyin edilmiş. Bezl-i enam edilecek (herkese dağıtılacak), muntazır vaziyette hazır ve nazır...
Daha yorgunluk soluğu dinmeden, rahat nefes alınmadan, üstün, başın tozu toprağı süprülmeden, karavana borusu ve hemen akabinden "Ti" işareti tanin-endaz olur (çınlar), derhal sofralara oturulup yemeğe başlanırdı. Hararetten yana ve limonataya kanmayanlar, testi testi suyu dikip kırbaya dönerler, gene deşt-i Kerbela`da (Kerbela Çölü) gibi dudaklarını yalarlardı. Yemeği müteakip sofralardan kalkarlar ve bir mola verirlerdi. Bu ziyafetlerde, her mektep tarafından bera-yı mahmedet ve şükran (padişahı öven ve teşekkür eden), kasideler okunmak mutaddı. Baytar Mektebi namına olanları da, imla ve hüsnühat (güzel yazı) muallimi Haşim Bey keşide-i silk-i tahrir eder (kaleme alır). Ve intihap ettiği (seçtiği) bir talebesine okuturdu.
Bahsettiğim, 310`daki ziyafette mumaileyh (adı geçen) Haşim Bey`in bu neviden bir kasidesini, Kabataşlı Mehmet Ali Efendi:
"Kainata oldu canbahşa kudumu nevbahar!" diye başlayarak gayet selis (akıcı), pürüzsüz ve hatasız olarak okumuş.
"Asker oğlu askerim ben, asker oğlu askerim:
Pür sadakattir serapa kalbi safvet-perverim"
Diye itmam edince (bitirince), orada hazır bulunan zevatın nazar-ı dikkat ve mahzuziyetini (hoşlanmasını) celbetmiş, mektep nazırı Zeki Paşa tarafından bir kitap hediye almış, nazımı bulunan Haşim Bey`in de Mecidi nişanı, tedbil olunarak kendisi tesrir (sevinçli) kılınmıştı.
Yemek faslı hitam (sona) erdikten ve dediğimiz kasideler kıraat edildikten sonra oyunlara sıra gelinirdi. Her mektep, evvelce hazırladığı bazı komik sahneleri, mevk-i temaşaya koyar, arkasından, jimnastik ve akrobat hareketleri, çeki taşı kaldırmalar, güreşmeler, halat çekmeler yapılır, uzun eşek, tuğra, hama kızdı, üç adım, birdirbir gibi oyunlar oynanır, dere kenarındaki sazlardan sivri külahlar yapılarak kafalara geçirilirdi.
İdman müsabakaları esnasında bazan maraza çıkıp evvela dil, sonra el ve yumruk şakasına müncer olacağı (doğru varacağı) esnada müdehale vaki olarak örtbas edilirdi. Dediğim tarih, binnisbe serbesti ve mengene hayli genişçe idi. Devrin son zamanlarındaki bin bir türlü kayıt kuyut, daha mevcut değildi.
Oyunlar arasında, şakaya getirilerek, mektep müdürünün ve erkanının, hatta nazır paşanın bile kargatulumba edildiği, kahkahalar arasında:
-Yapmayın çocuklar!... Etmeyin evlatlar!... diye feryatlarına kulak verilmeyerek, omuza alınıp taşındığı da vaki idi. İşte bu şekilde, akşama kadar gülünüp oynayanlar, gene Karaağaç`a kadar yanyana gidilip oradan vapura rakiben (binilip) ezanda mektebe avdet olunurdu. Yorgunluktan akşam yemeği yenmez, külçe gibi yataklara serilinirdi.
Akşam, 21 Haziran 1932
Kaynak: Masal Olanlar / Sermet Muhtar Alus / İletişim Yayınları / S:148-152