Bütün bu geçmiş zaman evlerinin bir âdetleri daha vardı:
Ev halkının şahsi bazı eşyalarını muhafaza ettikleri sandıkları için, yukarı katlarda, mutlaka bir iki sandık odası bulundururlardı. Bazan, üst üste konulmuş bu kilitli sandıkları arasında, bir tanesini, zamanı gelince, sahibi gelir, açardı. Biz çocuklar için de bir sandık açışını görmek merak verici bir hâdise olurdu. Parının kıymeti hakkında hiçbir fikrim olmadığı halde bütün hususî eşyaları gördükçe kıymetli olduklarına ve sahiplerinin bunları para için satmayacaklarına inanırdım.
Bütün bu sandıklar açılır açılmaz rikkatime dokunan bir eski zaman kokusu, eski zamanın gönül açan kokuları, lavanta çiçeği, Bursa sabunları, çiçek suyu, telatin, amber gibi, ve daha cinslerini ve isimlerini şimdi teşhis edemediğim şark kokuları duyuluyordu. Nadiren hanımların, daha çok kere kalfaların, dadıların, bacıların açtıkları bu sandıkların içlerinde sahiplerinin kıymetli addettikleri neler de neler görülürdü: Kumaştan kat kat açılan mendil bohçaları; güzel kumaş ve kadife bohçalar içinde renkli, ipek mendiller, yemeniler, örtüler, hilâlî gömlekler, kurdelâlar, yaldızlı çevreler; sırma işlemeli hamam takımları, oyalar, yazmalar, bir hotoz kenarında oyalar; birtakım pudra, lavanta kutuları; mineli bir kutu, bağlı anahtarı yanında, bir tarafgı billur, bir tarafı mineli bir saat; sedef kakmalı ince nalınlar; zarif, ufak hamam tasları; yazın süslü elbiseler yanında açılacak bir yelpaze, kışın, koldan açılarak göğüste taşınacak ve kenarlarından elleri muhafaza edecek beyaz kürkten bir manşon; hattâ bir çocuk oyuncağı; cam içinde yeşil ağaçlar yanında kırmızı bir kır evi, cam sallanınca ev ve ağaçlar üstüne karlar yağmaya başladığı görülürdü.
Bütün bu zavallı insanlar, kendilerine nadiren verilen bir hediye alınca bunları kıymetli hatıralar diye muhafaza etmek istedikleri görülüyor. Şimdi bu eski sandıklar içinde kıymetli telâkki edilen bu yadigarları hüzünle hatırlıyorum. Bütün bu kadınlar tahayyül ettikleri süslü günler için, kendilerinin kullanmaya la*yık buldukları bu cicileri, senelerce, sandıklarında saklarlar da, acaba kaç defa kullanmış olurlardı? Ve o zamanlar o kadar kıymetli telâkki ettikleri bütün bu sandıklar şimdi ne oldu? Kendileri içlerindeki eşyalariyle birlikte, şimdi niçin kayboldular? Garip bir inkisara uğramış gibi, o kadar sağlam sandığımız mânevi kuvvetleri nasıl rüzgâr gibi uçtu? Kerametleri nasıl berhava oldu? Bütün bu sandıkların içlerindeki hırdavatın kıymetleri saklansın diye tavan arasındaki sandık odalarında ancak arada bir açılması ve hayal meyal duyulması lâzım geliyormuş gibi garip bir hisse kapılıyor ve bu hesaplara akıl erdiremiyorum.
ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR
Kaynak:(Geçmiş Zaman Köşkleri. Varlık Yayınları. 1956)