Ian Sherwood, İstanbul`daki İngiliz cemaatine hizmet
veren bir Anglikan rahibi. Kendisiyle yaptığımız görüşmenin ana
temasını Kırım Kilisesi oluşturdu. Bir yabancı olarak İstanbul`a
dışardan bakabilen Sherwood`un ilginç gözlemleri var. Görüşmemizde,
İstanbul`un kozmopolit şehir geleneğini ve "insan merkezli yaşamını"
vurguladı.
Osmanlı döneminde İstanbul ve diğer şehirlerde bulunan sosyal
yardım kurumlarının Cumhuriyet döneminde kapatılmış olmaları, bir kayıp
ona göre. Sherwood`un din hakkındaki görüşleri de ilginç "Hafif bir
elbise gibi giyilen" Anadolu Müslümanlığıyla politik İslam
arasındaki farkı vurgularken, Türk laikliği için "neredeyse bir
din" demekte.
Dublinli Bir İstanbullu
Anahtarı bulup kapıyı açtım. İçerisi güvercin
doluydu. Pencereler kırık, org parça parçaydı. Hiç eşya yoktu. Güvercin
pisliği her yeri örtmüştü. Bahçe kurunmuş, toz içindeydi. Bu yıkık dökük
hale rağmen, olmamız gereken yerin burası olduğunu hissettim. Sulanırsa ne
kadar güzel olabileceğini, ağaçların yeşereceğini düşündüm.
Tünel`deki Kırım Kilisesi`nin 1991 yılında tekrar açılmasını sağlayan
Sherwood, yıllardır terkedilmiş olan kiliseyi gördüğü zaman
hissetiklerini böyle anlatıyor. Ian Sherwood için, Kırım Kilisesi`nin
misyonu İstanbul`un kozmopolit geleneğini sürdürmek:
İstanbul, tarihsel anlamda dünyanın önde gelen kozmopolit şehri.
Kiliseleri, havraları, camileri olmazsa, hatta Budist tapınaklar
geliştirmezse bu şehir İstanbul olmaz. Bu yüzden Londra`yı, Paris`i,
Roma`yı seviyor, bu şehirlere tekrar tekrar gidiyoruz. istanbul, bu kozmopolit
şehir kültürünün kraliçesi.
En uzun ve sürekli gelenek onunkidir.
Ian Sherwood, Dublin şehrinde yetişir. İrlanda, İngiltere ve Romanya`da
Anglikan rahibi olarak görev yapar. Sekiz yıldır buralarda bulunan Sherwood,
kendini artık İstanbullu olarak görüyor. Anglikan cematinin rahini olan
Sherwood`ın ilginç başka bir sıfatı daha var.
Cantebury Başpiskoposu`nun
Rum Ortodoks Kilisesi`nin elçisi o aynı zamanda. Elçi anlamına gelen
Apokrisiarios sözcüğü, Bizans`tan kalma. Ian Sherwood`un kişiliğinde,
İngilizlerle Türkler arasındaki tarihi ilişkinin izlerini buluyoruz.
Sherwood, "Çanakkale geçilmez" anlayışının İngilizlerle Türkler
arasında daha eski bir yakınlığı unutturduğunu düşünüyor. Türkiye
üzerinde araştırma yapan İngilizlerin sayısının da hayli kabarık
olduğunu hatırlatıyor. Bunlar arasında Osmanlı döneminde Oxford ve
Cambridge üniversitelerinden İstanbul`a gelmiş Anglikan din adamları da var.
Tüccarlar, Elçiler ve Din Adamları
Kilisenin tarihini sorduğumuzda Ian Sherwood`un ,
"Kraliçe I. Elizabeth döneminden başlayalım " demesi tesadüf değil.
Çok eski bir tarihi olan Osmanlı-İngiliz ilişkilerinin perçinlenmesinde,
diplomatlar kadar tüccarlar ve din adamları da rol oynar. Osmanlı-İngiliz
ilişkileri, 16. yüzyıldaki Reformasyon, yani Roma`dan bağımsız, Latince
yerine İngilizce`yi kullanan (Latincede "İngiliz" anlamına gelen)
Anglikan Kilisesi`nin kurulmasından sonra ivme kazanır. 1580 yılında Kraliçe
Elizabeth ile III. Murad arasında yapılan antlaşma gereğince, İngiliz tüccarları
Osmanlı İmparatorluğu`nda ticaret yapma hakkı kazanırlar.
İstanbul`a tüccar
olarak gelmiş olan William Harborne, kısa bir süre sonra payitahta İngiliz
imparatorluğu`nun elçisi olarak döner. Denizaşırı ülkelere ticaret
yoluyla nüfuz eden İngilizlerin Levant Şirketi, İstanbul ve İzmir`deki tüccarlara
hizmet vermek için gelen Anglikan kiliseleri, buradaki işadamı ağırlıklı
İngiliz cemaatinin desteği sayesinde hizmet vermektedir.
Osmanlı-İngiliz ilişkileri, İngiltere denizaşırı sömürgeler edinirken
Osmanlı İmparatorluğu`nun zayıfladığı 19. yüzyılda güçlenir. İngiliz
ve Fransızlar, Ruslara karşı Osmanlı devletini desteklerken, bölgede güç
sahibi olmak için birbirleriyle rekabet ederler.
Tanzimat Fermanı (1839),
Osmanlı İmparatorluğu`ndaki cemaatlerin eşit hak ve özgürlüklere sahip
olacağı taahhüt eder. Günümüzde Avrupa Birliği tartışmalarında öne çıkan
"insan hakları" söylemi, o günlerdeki tartışmaların bir devamı
sadece. Kutsal topraklarda bulunan kiliselerle ilgili bir tartışma, Rusların
Osmanlı toprakalarındaki Ortodoksların haklarını korumak istemesiyle savaşa
dönüşür.
İngilizler, Kırım Savaşı`nda (1853-56) Ruslara karşı
Osmanlılarla işbirliği yaparlar. İşte İstanbul`da bir Kırım Anıtı ve
Kilisesi fikri, İngiliz-Osmanlı dayanışmasını simgeleyen Kırım
Savaşı`ndan sonra, Abdülmecid döneminin hoşgörülü ortamında doğar.
Beyaz Voile Takmış Hanımlar
Tünel`de, Sedar-ı Ekrem Sokak`taki Kırım Kilisesi`nin yeri, Sultan Abdülmecid
tarafndan Kraliçe Viktorya`ya verilir. Kilisenin temeli, Osmanlı-İngiliz
ilişkileri tarihindeki renkli bir sima olan ve Sherwood`un, "İngiliz hükümeti
politikası geliştiren son büyükelçi" diye tanımladığı Lord
Stratford de Redcliffe tarafından 1858`de atılır. Kilise için şimdiki
İstiklal Caddesi`nde yer teklif edilmiş, ama Lord de Redcliffe, gözönünden
uzak daha mütevazi bir mekan seçmiştir. Kilise, Karaköy`den Tünel`e doğru
çıkan dik yokuşa yapılır. İstanbul`a denizyoluyla gelen İngilzilerin,
kiliseyi limandan görebilmeleri simgesel bir önem taşımaktadır. Küçük
olmakla beraber, mükemmel bir şekilde inşa edilen kilisenin yapımı için,
Malta ve Büyükada`dan taş getirilir. Kilisede yetişkinleri vaftiz etmek için
bir de kurna yapılır. 1868`de Kırım Kilisesi kutsanarak açılır. Ian
Sherwood, kilisenin açıldığı dönemde ayinlere İngilizlerin dışında,
"beyaz voile takmış varlıklı Türk hanımlarının" da
geldiklerini söylüyor. Açılışından itibaren kilisede kırk yıl hizmet
veren dinamik rahip, kilisenin bitişiğindeki evinde tüberkülozdan ölür.
Cumhuriyet döneminde küçülen İngiliz cemaati, zamanla Nişantaşı, Etiler
gibi semtlere kayar. Kilisenin mali olanakları kısıtlıdır. Zamanla İngiliz
Konsolosluğu`ndaki Azize Helena Şapeli daha çok kullanılmaya başlanır.
1970`li yıllarda kiliseye kilit vurulur, hatta Türk hükümetine iadesi söz
konusu olur.
Kaynak: İstanbul`da Hatırlamak ve Unutmak / Leyla Neyzi / S: 31-32-33 / Tarih Vakfı Yurt Yayınları