Bir çift kanadın bir altın madeninden daha değerli olduğunu söyledi hep. Bunu o kadar içten, inanarak söyledi ki, bir çift kanat bahşedildi ona. Ve o gitmeyi istediği yerlerde, olmak istediği kişi olarak, yanında olmasını istediği kişilerle açtı gözlerini yeni bir güne.
Hayatımdaki en özel ve özenle saklanan yerlerden birine sahiptir Akgün Akova. Ondan çok şey öğrendim. Güzel olmanın, güzel kalmanın sırrını, kalbimin anahtarını neden ve nereye sakladığımı, bir cümlenin insanı nerelere götürebileceğini...
Doğru zamanda doğru kişi ile karşılaşmanın insan hayatını nasıl etkileyebileceğinin kanıtıdır benim için Akgün Akova. Ve artık ben de inanıyorum ki, bir çift kanat bir altın madeninden daha değerlidir.
“Sevdiğim Kadın Adları Gibi” dizisi nasıl ortaya çıktı?
Bundan 4 yıl kadar önce, Anadolu’da, her yıl develeriyle Toroslar üzerinden Akdeniz’ e inen, Sarıkeçirler aşiretini fotoğraflamaya karar verdim. Onlar artık bu yolculuğu develeriyle yapan son topluluktu ve birkaç yıl sonra da artık olmayacaklardı. O yüzden onlarla bir yolculuk yapmaya karar verdim. Konya Karaman’dan yola çıkacaktım, Mut üzerinden aşağıya Silifke’ ye inecektim onlarla birlikte. Yola çıkacaklarını haber aldım ve bindim arabaya, malzemelerimi de yükledim bagaja, Karaman’ a gittim. Karaman’ da onların yola çıktığını söylediler, benim düşündüğümden daha erken. Ben de onları bulmak için peşlerine takıldım, ama benim aracım onların develerinin girdiği yollara uygun olmadığı için, ancak nal izlerini görebildim tepelerin başında, sonrasını bulamadım. Ama biliyordum ki ineceklerdi Silifke’ ye. O arada o akşam onları ararken Mut’ a vardım, Mut’ da benim çok sevdiğim bir yer var Alaham Manastırı. Toroslar’ ın üzerinde, her yere tepeden bakan çok ilginç, büyüleyici bir yapı var. Akşamüzeri vardım oraya ve o bahar akşamında inanılmaz bir gün batımı karşıladı beni. Kıpkırmızı bir şurup üzerime döküldü sanki. O akşam ayrılmak istemedim, ateş yaktım, orada kalmaya karar verdim ve o gece müthiş bir Samanyolu vardı üzerimde. O akşam, o ateşin önünde, sessizlikte, dağ keçilerinin uzaktan sesleri ve dağ çiçeklerinin kokusu duyuluyordu. Yollara gitmek, yolculuk yazıları yazmak yüzünden, uzun zamandan beri şiir yazmadığımı düşündüm. Aklıma o zaman bir şiir dizisi yazmak geldi. Dedim ki, öyle bir şiir dizisi yazmalıyım ki, salt sözcüklerden yola çıkmalıyım. Bir sözcükten çıkarak şiirler yazmalıyım ve onun getirdiği imgeleri yazmalıyım. Ama bunun anlamlı bir şey olması gerektiğini düşündüm ve o akşam aklıma kadın adları geldi. Mesela, sözcük olarak, Pelin benim çok sevdiğim bir isim. Pelin,İpek, Begüm sözcüklerini çok seviyorum ve bunlar aynı zamanda birer kadın adı. Bu isimlerin bir listesini çıkarayım ve o isimler için birer şiir yazayım dedim. 90 tane isim çıkardım o akşam ve sonra onları yazmaya başladım. Yasemin ile başladım 1998’ de ve ilk kez onlar Öküz Dergisi’ nde yayınlanmaya başladı, sonra Varlık ve Adam Sanat’ da yayınlandı ve o 33 tane şiirden oluşan, Sevdiğim Kadın Adları Gibi dizisinin ilk kitabı çıktı. Bu arada çok sevdiğim isimler vardı, ablamın ismi mesela, Nilgün, onu hiçbir zaman yazamayacağım. Çünkü Nilgün ismi bana ablamı getiriyor. Benim yazdığım şiirlerde sevdiğim kadınların ismi olmayacak hiçbir zaman. Sadece sözcükler için yazdım ve devam edecek bu. Her birinin birbirinden faklı olması lazım, birbirine benzememesi lazım. O yüzden de aralıklarla 4 yılda yazdım bu kitabı ben. Şiirlerin bir ortak noktası da şu olmalıydı, onların her birinin içinde bir aşk tanımı olmalıydı, açık ya da gizli ve bunlar bir aşk şiiri olmamalıydı, bu çok zorladı beni. Ama itiraf etmek gerekirse bazen kantarın topuzu kaçtı. Ama sonuçta o sözcüğün taşıdığı bir şeyler oldu bu. Öyküsü bu kitabın. Bundan sonra 2 kitap daha çıkacak, belki de daha fazla, bilmiyorum.
Yazılarınız neler besler?
Yeryüzü bir anne gibidir bir yazar için. Her şey besler. İzlediğin bir film, aniden karşına çıkan bir gök kuşağı, insanlar. Bu kalabalığa bakıyoruz şimdi, onların yürüyüşlerinden insan bir yazı yazabilir. Vantilatöre de bakılıp yazı yazılır. Güzel bir şiir, güzel bir metin, güzel bir davranış, seni etkileyen herhangi bir olay da yazdırabilir. Çok güzel bir şiir okuduğum zaman bende şiir yazma isteği uyanıyor mesela.
Sizi yazar olarak tanıyoruz. Bunun yanında çok iyi bir doğa fotoğrafçısı olduğunuzu da biliyoruz. Bunların dışında bilmediğimiz neler oluyor Akgün Akova’ nın hayatında?
Ben, yaklaşık 5 yıldan beri, zamanımın büyük bir kısmını İstanbul dışında, yollarda geçirdim. Kimi zaman yüksek bir yerden altımdaki bulutlara baktım Kaçkarlar’ da, kimi zaman bir Firig anıtının hala çözülemeyen dilinin kazılı olduğu kayalıkların orada diz çöktüm, kimi zaman yaşlı bir kadının tüttürdüğü sigaranın dumanının yanında onun fotoğraflarını çektim Urfa’ da. Sürekli gitmek duygusu vardı ve ben 5 yıl bunu yaptım. Şimdi onları kitaplaştıracağım. Ayrıca Anadolu’ yu anlatacağım yazılarla da. Bu, benim yapmak istediğim benzersiz bir iş. Bu yıl o kitaplar çıkmaya başlayacak. 5 kitaplık “İçimden Geçen Yolda” diye Anadolu’ yu anlattığım bir dizi çıkacak. Onun dışında Kadir Has Üniversitesi ve Akademi İstanbul’ da yaratıcılık dersleri veriyorum. Bolu projesi yapıyorum. Bolu’ nun bütün köylerine kadar, böceklerine, insanlarına, ağaçlarına, kuşlarına kadar her şeyini çekiyorum. 4 mevsiminin değişimini çekiyorum. Bunu Bolu Valiliği için yapıyorum. TRT’ ye belgesel yapıyorum, pazar akşamları “Yaşamdan İzler” diye yayınlanıyor. TRT Radyosu’ na da her hafta 5 dakikalık metinlerle Anadolu’ da bir yeri anlatıyorum. Onun dışında arada bir uyuyorum.
Bu kadar çok işin arasında nasıl ve ne zaman çalışma odanıza kapanıp da yazma fırsatı buluyorsunuz?
Çok güzel bir soru. Çünkü ben 5 yıl açıkçası iyi bir yazar olamadım. İyi bir yazar olamadım derken, 15-20 gün yollarda geçiyordu, sonra oturup gezi yazısını yazıyordum. Onu yazmam da zaten 3-4 gün. Onu sayfalara oturtmak, dergide onlarla uğraşmak, tabi bu arada yaptığım işlerden bir tanesi Voyager ‘ ın editörlüğü. Voyager’ ın Türkiye dosyalarını yapıyorum. Bütün zamanımı alıyor bunlar. Geriye de yazı yazmak için çok zamanım kalmıyordu, zaten yorgun oluyordum. Hiçbir zaman yanıma kağıt kalem alıp ya da bilgisayar alıp da gitmedim yollara. Sadece yol vardı o zaman hayatımda. Ama çok özledim yazı yazmayı. Çünkü çok farklı iki nokta bu. Fotoğrafçı olarak hep dışarıdasınız. Ama bir yazar olarak odamdan başka hiçbir yerde yazamam ben. Ne otobüste, ne pastanede. Yazabilen yazarlar var. Atilla İlhan yazıyormuş, Salah Birsel yazıyormuş. Bir sürü yazar var oturduğu yerde yazı yazan. Ben bunu hiç yapamadım. Ben yalnızca odamda yazabiliyorum ve fotoğraf benim odamdaki mutluluğumu aldı. O yüzden de artık yazı yazmaya dönmek istiyorum.
Röportajın devamı için tıklayın
Röportaj: Filiz Küçük