Aşiyan oyununu yazmanıza sebep olan etkenler nelerdir?
Aşiyan oyunu aslında bir anda aklıma gelen hikayeydi ve etrafımızda yaşadığımız korkularla, sıkıntılarla ve baskılarla ilgili bir dolmuşluktu aslında. Tam olarak konuyu belirlememiştim ama asıl çıkış noktası herkesin evinde ve sokakta yaşadığı korkular üzerineydi. Kalemi elime alınca başka bir yere doğru akmaya başladı. Eski ve biriktirdiğimiz acıların bugüne ne kadar ve nasıl yansıdığını da kafamda toparlamaya başladım. Her şey bir anda oldu. Ülkede yaşanan sıkıntılar çığ gibi daha da büyümeden başlamıştım yazmaya. O süreç içinde de canım yandıkça bunu yazmaya devam etmek iyi geldi. Biraz da bunlardan bahsedelim istedim. Aşiyan hem içinde dramatik ve aile hikayesi olan bir hikaye, hem de hepimizin toplumda yaşadığımız baskılarla, korkularla eğlendiğimiz ve eğlenmek istediğimiz noktalarla, mutluluk alanlarımızın sınırları ile alakalı bir oyun.
Oyunun adı neden Aşiyan? Sizce herkesin kendini güvende hissettiği bir aşiyanı var mıdır? Sizin aşiyanınız neresi?
Sırayla gideyim. Oyunun adı neden Aşiyan? Çünkü oyunun hikayesinde dışarı çıkamamayla ilgili, yaklaşık dokuz ay, bir sene gibi hiç evinden dışarı çıkamayan, alışverişi kapısına gelen, sadece camdan bakabilen, onu bile ürkerek yapan, evinde televizyon izlemeyen, sadece müzik dinleyen, bir zaman sonra internetten de vazgeçen bir kadının hikayesi. Öyle olması gerektiğini, en emniyetli yerin orası olduğunu, oranın yuvası, aşiyanı olduğunu düşünüyor. Bu yüzden Aşiyan. Aşiyan daha eskidir, daha kokusu başkadır ya, bu kadının da eşyaları, yaşadıkları, hasretleri ve anıları hep seksenli, doksanlı, yetmişli yıllarla ilgili. Aslında o anılar bile kendi anıları değil, ona anlatılan anılar onun anıları olmuş. Çünkü anıları olamayacak kadar engellenmiş bir hayatı olmuş. Birinin engellediği değil ama "kaderin engellediği" bir takım üzüntüleri olmuş. Çok da detaylı anlatamıyorum, oyunun sürprizleri onlar çünkü. Travmaya bağlı bir anksiyete yaşıyor ve ondan sonra eve kapanıyor. O yüzden orası huzurlu bir yer. Aşiyan kelime anlamıyla da aşiyan. Hem bizim bildiğimiz Aşiyan, hem de bir taraftan aslında bir kuş kafesi, kafes gibi bir taraftan da parmaklıkları olan bir yermiş gibi. Oyunda kullanılan iplerdeki hikaye de o aslında. Benim aşiyanım neresi? Mutlu olduğum her yer benim aşiyanım. İyi ki öyle bir aşiyanım yok. O kadar klostrofobik değil benimki.
Ben pozitifim ama yaşananı canlandırmak bile acıttı
Canlandırdığınız karakterle ilgili hayata dair ortak duygu, düşünce ve endişeleriniz var mı? Yoksa siz hayata daha pozitif mi bakıyorsunuz?
Ben hayata daha pozitif bakıyorum. O yüzden bu benim çok anlayabileceğim bir şey değil ama anlamaya çalışabileceğim bir durum. O kadar derinine indiğimde yazarken de, prova sürecinde de böyle bir şeyi yaşıyor olmak ve birçok insan var bunu yaşayan, "nedir?" tabii ki tam anlamıyla bilmiyorum ama onu hissetmeye çalışmak bile etimi bu kadar çok acıtıyorsa tabii ki korkunç bir durum bu. Ben daha pozitif olmaya çalışıyorum. Ama yaşım ilerledikçe neler yaşayacağım, ne kadar direnebileceğim, duygu durumum ne olacak bunu bilmiyorum. O insanların yaşanmışlıklarıyla, yıpranmışlıklarıyla ya da onarabildikleriyle alakalı bir şey. Şu anda ben böyle değilim ama tabii ki o duyguları yaşadığım için yazdım, anlatmaktan çok keyif alıyorum ve sahneye çıktığımda da bana çıldırtıcı gelen duygular onlar oluyor. Ben başka bir çocuktum, ben mutlu bir çocukluk yaşadım. Benim, Deniz'in yaşadığı gibi travmatik bir hikayem olmadı. O da bu kadar şeye rağmen mutlu olmak için hep bir sebep arıyor. Ruhu iyi ve mutluluk üstüne kurulmuş bir dünyası var ama mutlu olmaması için birçok şey başına gelmiş. Mukadderat dediğimiz şey zaten o artık oyunda da. Öyle bir süreç yani. Deniz'den daha farklıyım evet ama çok fazla Deniz'i tanıyorum.
Barış yaptı, biz de tamamen evrildik
Görsel tasarımı da oldukça ilginç. Dekor tasarımını Barış Dinçel yapmış. Oyunu izlerken bana lunapark aynasından bakıyormuşum gibi bir izlenim verdi. Dekor tercihinizde karakterin ruh hali ile mekan ilişkisi nedir?
Bu tabii ki tasarımcının tercihi. Ben ona teksti verdim ve o kendi dünyasını yarattı. Benim dünyamla da çok örtüşen bir dünya oldu. Ben normal bir evin salonunda geçermiş gibi yazdım ama Barış'ın bir şey hayal edeceğini ve bambaşka bir şey dünyaya getireceğini tahmin ediyordum ama bunu tahmin etmiyordum. Fakat gördükten sonra yönetmenin de, Cem'in de, benim de başka bir tarafa evrildi duygularımız. Cem de çok sevdi. Onun da ufku açıldı bununla beraber, ben de öyle. Bu defa gerçekten benim beynimin içi gibiydi o ev aslında. Her şeyin alabora olması, tepetaklak olması, her şeyin yer çekimine karşı koyuyor olması, o aslında hem benim dünyam, hem belki de normal duran bir eşyayı öyle görüyor olmam ya da etrafındaki iplerin hem bir salıncak gibi hem bir kuş kafesi gibi, bir hapishane gibi ama başka bir ışıkla da sadece dışarı bakacağın pencere gibi görülüyor olması, onun çok amaçlı bir dünya yaratmasıyla ilgili. O kullanılan ışıkla da çok daha işlevsel hale geldi. Şu anda benim için her bir eşya bir insan gibi hissediyorum. Onlarla oynuyorum çünkü oyunda. Ve çok seviyorum. Hele o koltuk benim hayatımda gerçekten başka bir yere gitti. Oyunu seyretmişsiniz.
Bir de o koltuk kalkıp gidecekmiş gibi geliyor ama oturduğunda bir konforu da var. O da aslında ana rahmi de gibi bir taraftan. Hem koruyor hem de kalkıp gidecekmiş gibi his veriyor, onu çok seviyorum.
Oyun müziklerinin seçimini nasıl yaptınız?
Yazarken yaptım. Orada çok büyük bir müdahalemiz olmadı. Belki bir şarkı eksiltilmiş, bir şey eklenmiştir ama direkt tekstin içinde olan şarkılar kullanıldı. Çünkü her şarkının bir hissi vardı oyunda. Hatta seyirciler gelmeye başlamadan eski kırkbeşlikler çalmaya devam ediyoruz onlar yerleşirken o havaya kapılmaları için. İlk şarkı mesela; Bir İlkbahar Sabahı, herkes için mutluluktur, kelebektir, ortalama benim yaşlarımda birisi için küçük çocukluktur, başka biri için genç kızlıktır. Ama bugün burada yaşayan birçok insanın hayatında var olan bir şey. O duygu durumlarını tutmaya çalıştım. Aşağı yukarı herkesin az çok bildiği şarkılar olsun istedim ki, onların da bir anısı olsun, onlar da belki söylesinler, eşlik etsinler. Hem bildiğimiz alıştığımız hem de unuttuğumuz şarkılar. Ben de çok seviyorum. Geçmişte olup gizli kalan, daha bilinmeyen şarkılar olmasını istemedim. "Ne güzel şarkıymış, bu neydi?" demesinler, şarkıya kapılıp onlar da hikayenin içine dalsınlar istedim. Biraz da o yüzden bu şarkılar oldu.
Bu cümleleri, bu kadar saat, tek başına mı konuşacağım?
Kendi yazdığınız bir oyunu oynamanın avantajları ve dezavantajları nelerdir? Siz oynamasaydınız bu oyunda kimin oynamasını isterdiniz?
Bunu hiç düşünmedim. Şu anda ben oynamak istiyorum ama benden sonra da biri nasıl oynar çok merak ederim yani. Bunu bir düşünmem lazım aslında. Hiç daha önce düşünmedim çünkü. Çok beğendiğim kadın oyuncular var ve yaşı benden büyük, küçük ya da çağdaşım, biri bunu nasıl oynardı, nasıl yorumlardı gerçekten merak ederim. Biz burada eğlencesine prova alırken herkes kendi kendine oynadı beni taklit ederek. Böyle bir eğlencemiz olmuştu. Tabii yazarken de ben kendim oynayacağımı düşünerek yazdığım için başka bir tabiatımız oldu bununla ilgili. Ama prova sürecine geçtiğimizde yazmamın hiçbir avantajını yaşamadım diyebilirim size, çünkü "ne zor yazmışım, bu cümlelerle ben bu kadar saat tek başıma mı konuşacağım?" diye düşündüm. Yazarken o bir akış oluyor. Dezavantajlı, çünkü takıldığım yerde kafadan yazmaya başlıyorum hikayeyi bildiğim için. Ama yönetmenim buna asla izin vermedi ve "yazarımıza haksızlık ediyorsun, o melodiyi bozamazsın, bir kelimeyi bile değiştiremezsin" diyerek bana böyle bir sınır koydu. İyi ki yaptı bunu. Gerçekten başka biri yazmış gibi bayağı zorlanarak ezberledim ama bittiğinde de anladım ne demek istediğini. Gerçekten oradan çıkıp biraz tuluata girmeye başladığımda ufak tefek şeyler elbette oluyor. Ama bunun dozunu kaçırdığın zaman bir melodisi var oyunun, bir dili var. Oradan kopunca da büyü bozulmuş oluyor. Belki yine kötü bir şey olmayabilir ama neden böyle bir büyü varken vazgeçelim ki bundan?
Aşiyan oyunu turneye çıkacak mı?
Öyle niyetlerimiz var ama şu anda somut bir şey yok. Önümüzdeki ay karşıda oynama durumumuz var, Mart ayında. Netleştiğinde zaten onları söyleyeceğiz. İzmir, Ankara düşüncemiz var bahar aylarında. Aslında onları şimdi şimdi düşünmeye başladık. Çünkü sahne yeniydi, yeni açılıyordu burası ve ilk oyundu. Biraz da buraya yaptı Barış bunu. Gezeceği halleri üzerine şimdi konuşmaya başlayacağız artık. Bize de çok fazla talep geliyor dışardan. Merak ettiklerini ve buraya gelemeyecek insanların da yanına gitmemiz gerektiğini anlamış olduk. Bunun için de çalışmalarımız sürüyor.
Ezop Sahne nasıl bir tiyatrodur? Hedefleri, çizgisi, tarzı nedir?
Şu anda aslında Ezop Sahne'nin konuşulan bir çizgisi var. Zaman içinde nasıl bir şey olacağını biz de göreceğiz. O yüzden çok beylik cümleler kurmamak gerektiğini düşünüyorum. Hande ve Gizem de benimle aynı fikirdedir diye düşünüyorum çok uzun konuştuğumuz için. Ezop, hem burnu havada olmayan hem tatlı tatlı kendi çizgisi olan, bunu kimseye kötü bir şey söylemek için söylemiyorum, yani bir çizgisi olsun ama herkese de açık olsun, bir ukalalığımız da olmasın gibi bir niyetleri vardı onların. Yola da beraber çıktığımız için biz diye bahsediyorum zaten ben de. Ama burada yaptığımız şeyin hep bir niteliği, bir kokusu, bir tadı olmalı diye konuştuk. Umut ediyorum ki, bundan sonraki oyunlarda öyle olacak. Öküz var şimdi, on Şubat'ta prömiyer yapacak, başlayacak. O da bir mobing hikayesi. Yabancı bir yazar. Hande yaptı çevirisini.
Yakın ve uzak zaman için projeleriniz var mı?
Benim devam eden bir dizim vardı, geçen hafta bitti. Yeni görüşmeler olacak şimdi. Ne olacağını gerçekten bilmiyorum. Şu anda tamamen nekahat dönemindeyim ve bekliyorum. Oyunla ilgili de seneye daha büyük bir projem var aslında. Onun üstüne çalışıyorum. Bir buçuk sene önce yazdığım bir oyundu. Şimdi tekrar revize ediyorum. O da eğlenceli bir müzikal. Bu defa çok güleceğiz inşallah. Ve kalabalık bir oyun. Her şeyin tam tersi olacak.
Ezop Sahne'nin 2017 takviminde neler var?
2017'de dediğim gibi şu anda Aşiyan var, Öküz, Git Gel Dolap, Hiç Kimsenin Hikayesi var.
Röportaj: Derya Bilgingil
Editoryal: www.istanbul.net.tr
03.02.2017