Büyük sermayenin kurduğu yayınevlerinin arkasında bu eğilim mi yatıyor?Bu çok anlaşılır bir durum. Gözlenen eğilim, büyük sermaye de dahil, bu alana önemli sermayeler yatırıldı. Büyük sermaye olmanın avantajıyla şöyle şeyler yapıyorlar: Yapı Kredi Bankası’nın reklam giderleri içinde Yapı Kredi Yayınevi’nin maliyeti solda sıfırdır. Ama banka, belki reklamlarından daha çok yayınevi aracılığıyla ciddi bir kültürel güce ulaşmıştır. İsterse kitapları hiç satmasın, bedava dağıtılsın, YKB burada kardadır. Diğer yandan, Doğan Yayıncılık mesela büyük bir medya grubuna dahildir ve bu medya grubunun kendini besleyecek bir entelektüel sermayeye ihtiyacı var. Hiçbir şey okumayan, ne yazacağını bilmek için devlete bakan köşe yazarlarının sonu geliyor. Yani bunu gelmedi desek bile geliyor,. Artık bir şeyler söyleyen, eli kalem tutan insanlara ihtiyacı var.
Editörlüğünü yaptığınız Ayrıntı Yayınevi’nin misyonundan söz eder misiniz? Misyon belki yanlış kelime. Şöyle bir nokta var: Karlılık açısından baktığında bu sektör, hele ki Ayrıntı’nın yayın politikasına benzer yayıncılık hiç de karlı değil. O kadar parayı, emeği Türkiye’de hangi alana yatırırsan yatır daha çok kazanırsın. 80 sonrası dertli bir kesim ortaya çıktı. Çok çeşitli alanlara dağıldı. Reklam alanına girenler başka bir dünyaya, medya alanındakiler başka, kitap alanındakiler de başka yere gittiler. Onlar yanlış yaptılar, biz doğrusunu yaptık bahsi değil bu elbette ki. Kitap ve söz söylemeye verilen ağırlıkla, bizim hala söyleyecek sözümüz var diye düşündüler. Ayrıntı yayınları böyle bir şeyin ifadesi denilebilir. Sözümüz var diyen ama bu söz nedir diye de merak eden, eski klişe sözlerle yetinmeyip yeni sözler arayanların buluşması.
Benzer kategoride başka yayınevleri de var...Kategoriden öte, daha önemli olan bence şu: Söylenecek bir söz var, bu söylenmeli, ama bu aynı zamanda dünya kültürünü kucaklayan bir söz olmalı. Bugün dünyada bir şeyler söyleniyor, ama burada bilinmediği için üçüncü beşinci kopyasını söylemek doğru değil. Ayrıntı işte bunu yapmadı. Dikkat ederseniz çok az yerli telif eser basıyoruz. Bunun nedeni kendi alanlarında bazı eserlerin ortaya çıkmaması değil. Bize çok çeşitli telif başvuruları geldi ama bastığımız az oldu. Çünkü bu eserlerin dünyada söylenmiş şeylere dair yeni olmadığı, onların üzerine bir şey söylemediği, tekrar ettiği gerçekleriyle yüzleşmek gerekliydi...
Editörlüğün yanı sıra ülkemizin önemli çevirmenlerinden birisiniz. Chomsky gibi, Baumann gibi birbirinden önemli düşünürleri Türkçe’ye aktardınız. İşinizin biraz da bu yanını anlatır mısınız?Mesela Chomsky’nin medya gerçeği çok keyifliydi. Çünkü bana en çok parayı ve ünü kazandıran bir kitap olmuştu. Şaka bir yana, kitap Hürriyet’le Milliyet’in kavgalarına denk düşmüştü... Hürriyet ile Milliyet’in çok çirkin şekilde birbirlerine saldırdıkları bir dönemde Tümzamanlar Yayıncılık Medya Geçeğini yayımladı ve insanlar medyanın ardında çeşitli manipülsayonları taşıdığı, halka gerçekleri yansıtmaktan başka ilişkiler ağı içinde olduğu gibi konuları gördüler.. Kitap birden gündeme girdi...
Hatırladığım kadarıyla o dönem bu kitap hakkında epey yazı yazıldı.Evet. İlginç şeyler de oldu. Herkes kitaptan bahsetmeye başladı, Körfez Savaşı civarına da denk düştüğu için, medya savaşı falan, herkes kitabı okumaya başladı. Ama en ilginci Güngör Mengi’nin okumasıydı. Sabah’ta kitabın çok iyi olduğunu söyleyip, iki uzun alıntı yaptı. Ama öyle alıntılar yaptı ki, şöyle bir göz attığı belli. Oysa okusaydı, bunların Chomsky’nin başkasından yaptığı alıntılar olduğunu ve Chomsky’nin bunlara zehir zemberek saldırdığını görürdü. Mengi’nin alıntıladığı tam da kitabın saldırdığı şeyler olmuştu.
Cumhuriyetçilik başlıklı bir diziye girişmiştiniz, biraz bu tür dizilere değinir misiniz?Öyle şeyler yapmaya çalıştık. Dediğiniz gibi, Türkiye’de cumhuriyetçilik almış başını yürüyor. Nedir bu cumhuriyetçilik dünyada nereye oturuyor diye sorduk soruşturduk. Bunun bir tarihi vardı ve günümüz dünyasında nasıl savunulabilir gibi soruları gündeme aldık. Bu tür sorunları ele alan çeşitli diziler yapıp, çeşitli kitapları Türkçe’ye çevirdik. Tabii pek fazla kimse okumadı...
Psikoloji, psikanaliz gibi alanlardaki kitaplara yönelik ciddi bir ilgi gözleniyor, bunu neye bağlıyorsunuz?Günümüzde insanların en büyük dertleri, birbirleriyle ilişki kuramamaları. İlişki kuramadıkları için kendilerini ve karşıdakini tanımak konusunda ciddi kafa yoruyorlar. Bunun felsefi ve sosyolojik çözümlemeleri var ama o derecede önemli psikolojik bir tarafı da var...
Günün entelektüel paradigmalarının başında, medya bir kenara bırakılırsa, psikoloji yer alıyor denilebilir. İnsanlar bir takım ilikilerde çuvalladıkça, ilişkileri iyi gitmemeye başladıkça kendilerini sorgulamaya, karşıdakileri anlamaya çalışmaya başladılar. O yüzden doğrudan yüzleştikleri şey toplum, ekonomi değil de psikoloji oldu.
Son dönemin önemli kavramlarından biri de küreselleşme. Bu başlık altında kitaplar yayımlamaya başladınız, bu kitaplar hangi açıdan bakıyorlar küreselleşmeye?Bir küreselleşme gerçeğiyle karşı karşıyayız, ama Türkiye’de teorik ve pratik olarak algılanmış ve yeterli yorum ve tartışma yapılmış değil. Pop bir küreselleşme furyası alıp yürüdü. Aman ne güzel dünya bir oldu, küre köy oldu gibi laflar. Oysa dünya keskin bir şekilde ayrılıyor ve bu derinleşiyor. Dünya başta açlar ve toklar olarak, her bir birim de kendi içinde açlar ve toklar olarak ayrılıyor. Artık ahlak kuralları iflas etti. Yani bir Batılı insan dünyadaki her şeyden haberdar. İnsani olanı, ahlaki olanı söylüyor. Komşun aç yatarken sen nasıl tok yatarsın diyor. Ama artık komşu neresi? Avrupa’nın komşusu Afrika ve o Afrika bugün Avrupa kapılarına dayandı. Avrupa’nın vicdanı, bu aç insanları ben hangi insanlık ilkesine göre kapımdan dışarı kovabilirimle hesaplaşmak zorunda. Yani şimdi ben Avrupalıyım sen Asyalısın diye bir izah olabilir mi? Seni bu yüzden almamın açıklaması olur mu? Niye almıyorsun? Ben bir ırk olarak mı senden farklıyım. Beni insan olarak mı görmüyorsun? Diyorlar ki sen insansın ama giremezsin. Çok ciddi bir tespitim var: Modernizmin, eskiden aydınlanma bütün dünyayı kucaklayacak, ışıtacak diye bir söylemi vardı ve bu söylem dünyaya yayıldı. Sağ olsunlar dünya aydınlandı. Aydınlananlar eşitlik özgürlük demeye başladı. Sonra yerellik ortaya çıktı. Herkesin kendi özelliği vardır, herkes kendi anlamı vardır, herkes kendi toprağında mutlu olur gibi meseller ortaya çıktı... Buradaki ikiyüzlülüğü sorgulayan kitaplar bizim küreselleşme dizimizdekiler.
Sadece küreselleşme değil, kapitalizmin bütün işleyişini, ideolojilerini sorgulayan kitaplar denilebilir sanırım? Üst üste gelen şeyler oldu. SSCB’nin çöküşü, dünyanın tek hakiminin kapitalist sistemmiş gibi görülmeye başlanması aynı zamanda, kapitalizmin arka planındaki ideolojiyi şiddetle eleştiren aydınların hareketiyle denk düştü. Ve aynı zamanda bu kapitalizmin kendi iddialarından feragatıyla denk düştü. Sanki kapitalizm, dünya öyle baş edilir gibi değil, biz evimize dönelim dedi. Bir nevi savunmaya geçti aslında. Ama aynı zamanda da dünya yoksulları çekirgeler gibi Avrupa ve ABD’ye doğru hücuma geçtiler. Eskiden kendilerini dünyanın hakimi olarak gören iki sistem olduğu için ve bunu sistemle kangren içersinde saklayan güçler şimdi artık saklanmayacak şekilde ortada kaldı. Halihazırda tüm dünya aydınlarının sorguladığı, çözüm aradığı sorunlar bunlar ve bizim yayın politikamızda bu konuları sorgulayan kitapların ağırlığı daha fazla yer tutuyor.