Bize biraz son albümünüzden bahseder misiniz?
Yaklaşık üç ay önce stüdyoya girdim, prodüktörüm Kerem Görsev`le birlikte. Birkaç gün önce de yeni cd`im piyasaya çıktı, ismi Personal Touch, `kişisel dokunuş`. Albümün isim babası da Kerem Görsev, çünkü, benim piyanodaki dokunuşum ona çok değişik geliyor, kendi kişiliğime uygun ayrı bir dokunuşum olduğunu söylüyor.
Değişik parçalar seçtik, bir Rachmaninov, bir Chopin, sonra Albeniz ve İtalyan besteci Ferruccio Busoni`nin Carmen fantezisini çaldım. Aslında bunlar herkesin tanıdığı melodiler, mesela Rimsky-Korsakov`un The flight of the bumblebee (Balarısının Uçuşu) adlı eseri de var. Hatta albümün ilk parçası bu. Amacım biraz Türk halkının da tanıdığı melodilerle bir CD yapmaktı, çünkü hakikaten klasik müziğe yabancılar. Klasik müzikle ilgilenen çok küçük bir kitle var Türkiye`de. Bu cd`ime ayrıca üç de caz parçası koydum, gerçi benim fikrim değildi bunlar, Kerem Görsev seçti, hepsi de çok meşhur caz parçaları. Fakat ben bunları bir caz piyanisti gibi çalmadım, klasik formatta çaldım. Benim özellikle değindiğim bir konu var; bazı piyanistler, klasik müziğin sahnedeki performansı çok zor olduğu için başka bir yol seçip de meşhur olmak istiyorlar, "caz çalalım da gündeme gelelim" diye düşünüyorlar. Benim böyle bir amacım yok, özellikle söylüyorum, ben caz piyanisti değilim. Bu yüzden caz parçalarını klasik formatta çaldım. Bir Rachmaninov, bir Chopin gibi
düşündüm. Son derece klasikleşmiş üç caz parçasını da kesinlikle caz ritminde düşünerek çalmadım; bir romantik eser gibi düşündüm, bence daha da iddialı oldu böyle. Bir caz parçasının da bir klasik parça formatında çalınabileceğini gösterdim. Benim amacım buydu. Yoksa, kalkıp da emprovizasyonları bir caz piyanisti gibi atmak değildi. Ben caz piyanisti
olmadığım için o konuda iddialı değilim. Ben aslında genç piyanistlere ışık verdim. Eğer benim tuttuğum yolu anlayabilirlerse, ilerde çok başarılı olurlar. Çünkü, Rachmaninov`da ya da Bach`da da caz duygusu yakalanabilir.
Ben sekiz saat piyano çalıştıktan sonra bir Beethoven Cd`si koyup dinlemem. Caz dinlerim, ya da başka bir müzik türünü, güzel ve nitelikli olan bir müzik türünü dinlerim. O zaman kendi yolumu daha da büyüttüğüme inanıyorum çünkü bütün gün klasik müziğe yoğunlaşırsanız, orada kalırsınız. Tıpkı tek bir gazete okumak gibidir bu. Tek bir gazete okursanız hiç bir şey anlamazsınız ama farklı fikirlere sahip yazarların makalelerini okumaya başlarsanız olduğunuz yerde kalmazsınız, ufkunuz genişler.
Klasik müziğin farklı formlara dönüştürülmesi, diğer müzik türleriyle bir
araya getirilmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Klasik müzikle çok oynanıyor, yalnız dünyada değil Türkiye`de de. Klasiğe caz sokuluyor, oryantal sokuluyor, etnik yapılmaya çalışılıyor. Bence bu yanlış, çünkü Mozart öyle isteseydi etnik bir enstrüman alıp öyle bir kompozisyon yapabilirdi. Oynamaya lüzum yok Mozart`ın, Beethoven`ın üstünde. İnsanlara sevdirmek için onları başka bir pozisyona sokmamak lazım. Her şeyin gerçeğini çalıp insanlara anlatmak daha doğru. Mesela bir Horowitz, o da Korsakov`un arı vızıltılarını çalıyor ama o hakikaten uçuruyor parçayı.
Şimdi Maksim diye biri çıktı. Bir kere klibini seyrettim ve yarısında kapattım. Hem yarı tempoda çalıyor hem de kesinlikle ticari amaçla yapılmış bir şey olduğu belli. O başka bir vizyon, benim onu eleştirmem de haksızlık olur aslında, onun seçtiği yol bu. Ama ben zaten bu şekilde çalan kişileri bizim kategorimizde görmüyorum. Benim amacım klasik müziği tradisyonel yoldan insanlara sevdirmek. Bir Ay ışığı Sonatı`nı, kalkıp da, önde davul,
arkada saksofonla yorumlamak bana ters geliyor. Melodi mi kalmadı dünyada da bunları bir araç olarak kullanıyoruz insanlara sevdirmek için? Beethoven yazmış işte, bunu böyle dinleyeceksiniz. Bence başka yolu yok. Beethoven o kadar aptal bir insan değildi, isteseydi o da bulabilirdi o sesleri.
Türkiye`de ben şunu çok görüyorum, tarihi bir konser, arkada etnik bir grup, önde klasikçiler...Ne lüzum var? Her şeyin bence bir yeri olması lazım, yani popülerliğe kaçmadan işi bitirmek lazım.
Peki popülerliğe kaçmadan da müzikler arasında bir sentez yapılamaz mı? Buna tamamen mi karşısınız? Her şey olduğu gibi mi kalmalı?
Bence her şey olduğu gibi kalmalı. Ben elektronik sentezlere de karşıyım, daha doğrusu elektroniğin klasik müziğin içine sokulmasına karşıyım. Yoksa elektronik müziğe, echno`ya karşı değilim. Bir techno cafe`ye gittiğimde ben techno dinlemek isterim, orada da Beethoven olmaz. Her şeyi çorba yapıp insanlara lanse etmenin bir manası yok, çünkü o zaman işin kültürünü almıyor genç nesil ve araştırmacı olmuyorlar. Hazır bir paket geliyor önlerine, "Al bunu dinle dans et, mutlu ol, evine git" deniyor. Bunlar bence çok üzücü.
Örneğin bana gelip "Caz müziğinde ben ne dinleyeyim?" diye soranlar oluyor.
"Ben nasıl öğreteyim sana? Git araştır" diyorum. Çünkü benim dememle bir şey öğrenilmez. Ben Duke Ellington derim ama o kişi, Bill Evans sever. Ben onun zevkini bilemem ki, herkesin kendi kendine araştırması lazım.
Klasik müzikte de bu böyle. Çok araştırmak gerek. İcra ederken de, insan belki başka müzik türlerinden bir şeyleri kafasında birleştirmeli, ama kesinlikle popülizm tarafına kaçmadan kendi yolunu bulup doğru müziği yapmalı. Belki siz, klasik müziğin içinde elektroniğin kullanılmasını uygun buluyorsunuzdur, o sizin fikriniz, o da doğru olabilir, ben buna bir şey diyemem ama katılmıyorum; ben tradisyonel tarzda kalan bir adamım. Mesela modern giyinmeyi çok seviyorum ama tradisyonda kalıyorum, beyin olarak. Demek ki ben gerçekten tradisyonel bir tipim. Çünkü üstüm göstermelik ama içimde başka bir şey
hissediyorum.
Röportaj: GÖKÇE TUNCER
Röportajın devamı için tıklayın