Kitabın adı çok ilginç; ”Bana Türkçe Bir Ekmek Ver.” Sosyolojik, politik yazılarımın toplamı bu kitap. Öncelikle kurumları ele alıyor; aile, ordu, askerlik, partiler, cinsellik, gündelik yaşam gibi... Öyküsel bir tadı var yine, Kürt konusunda da oldukça yoğun yazılar var. Zaten “Bana Türkçe Bir Ekmek Ver” adı oradan geldi. Yıllarca Kürtçe’nin yasaklanmasıyla ilgili bir öyküdür bu. Kürt Meselesiyle ilgili üç ya da dört yazı var. Kitaptaki öyküler birbirini besleyen, birbiriyle bağlı konular üzerine, yani bütünlük arzeden bir kitap.
“Bana Türkçe Bir Ekmek Ver”in öyküsü nedir?1940’lı yıllarda Diyarbakır yöresinde Kürtçe yasağı var. Kürtçe konuşan insanlardan ceza olarak para alınıyor. Ya da başları derde giriyor, mahkemeye veriliyorlar, dayak yiyorlar. Valilik anons ediyor: Kürtçe konuşmayın yasaktır. Vatandaş Türkçe konuş! Bir dağ köylüsü pazara gelmiş alış-veriş yapacak. Anonsları da ona anlatıyorlar arkadaşlarıyla, etraftakiler. Acıktığı için fırına giriyor, fırından ekmek alacak ama Kürtçe konuşmaması lazım, tek kelime de Türkçe bilmiyor, Kürtçe; “ Bana Türkçe bir ekmek ver” diyor.
O yörede yaşananların, baskınların çok çarpıcı bir anlatımı bu bence. Buradan yola çıkıyorum. Oradaki insanların kimliklerinden dolayı nelerle karşılaştıklarını, özellikle bürokrasi karşısında, ordu ve asker karşısında, üst kurumlar karşısında nasıl ezildiklerini ailem Urfalı olduğu için bizzat gördüm ve yaşadım. Geçmişten bugüne duyduğum, gözlemlediğim şeyleri, 12 Eylül’e kadar süren çok ağır baskılar sonunda kendisini acı bir şekilde gösterdi, bir savaşa dönüştürdü. Yılların birikimi; o birikim de çok korkunç sonuçlara, tarifsiz acılara yol açtı. Böyle bir geçmiş var arkamızda.
Hep başka şehirlere gidiyorsunuz. Sizi İstanbul’da yakalamak pek mümkün olmuyor. Sonunda yine İstanbul’a geliyorsunuz. Burada sizi bırakmayan ne var?Bütün anılarım burada. Her yaşadığım şeyin burada bir karşılığı var. Sokaklarda binlerce öyküm, kıyılarda binlerce anım var. Nereye baksam geçmişe ait bir şey buluyorum. Bütün köklerim burada. Gerçi bana artık bunlar acı verse de son zamanlarda, geçmişte hiç hissetmediğim kadar kendimi bu şehirde yalnız hissetsem de geçmişi, yaşanmışlıkları yok saymak mümkün değil. Bir başka kentte kendimi bu kadar yoğun duygular içerisinde hissetmiyorum. Başka bir kentte yazı yazamıyorum ben. Çünkü çağrışım yok. Yazmamı bu kente borçluyum. Kent insanı bir anne gibi besler onu geliştirir, hayatiyet katar, boyut katar, onu üzer de aynı zamanda, hırpalar da, acı da verir. Başka kentler bana ne acı verir İstanbul gibi, ne çok büyük mutluluklar.
İstanbul’da dostluklar ve paylaşımlar nasıl yaşanıyor?İstanbul diğer Türkiye şehirlerinden çok farklı bu anlamda. Parçalanma, yalnızlık, yabancılaşma en uç noktalarda yaşanıyor. Değerler hızla değişiyor, çılgın bir koşu var İstanbul’da, tüketim yarışı var. Çılgın bir paylaşım kavgası var. Ekonomi insanların hayatlarının büyük bölümünü almış götürmüş, iş hayatı ve para insan yaşamındaki bütün anlamlı şeyleri eritiyor. Tıpkı kezzap gibi tüm duygularımızı para eritiyor ve yok ediyor. İstanbul’da insanlar özellikle son yıllarda gitgide duygusuzlaşıyor. Duygusuzlaşma yerini saldırganlığa ve acımasızlığa bırakıyor. Ve yaşamın anlamı değişiyor İstanbul’da. Kazanmak, hükmetmek, ne olursa olsun tüketmek, alabildiğine haz almak üzerine kurulu olduğu için güçsüz, ezik, iş imkanı bulamayan çok zor geçinen insanlar açısından bu kentte yaşamak bir işkence halini alıyor. Büyük bir darboğazdan geçiyor bu kent. Aslında kendi kendini sorguluyor, Sodom Gomore gibi. Arkadaşlık ve dostluk ilişkileri hızla çıkar ilişkilerine dönüşüyor. Yanınızdaki insanları çok çabuk unutuyorsunuz, çevrenizdeki insanlarla çok az şey paylaşıyorsunuz. Geçenlerde bir arkadaş sohbetindeydim, beraber hayata atılmış insanlar on beş yirmi sene sonra bir araya gelmiş, her şeyi konuştular, bütün sırlarını paylaştılar, ama birinin altında son model bir cip vardı, son model arabaları vardı. Ama bazıları da kiralarını bile ödeyemeyecek durumdaydı. Aynı masadaydılar, her şeylerini paylaştılar, paraları ve varlıkları hariç. Çünkü ruhlarını para teslim almıştı. Her şeyimizi paylaşıyoruz, ama birbirimizin yoksulluklarına, sıkıntılarına kimse çare bulamıyor.
Cezmi Ersöz’ün okuyucusu kimdir?Kendini ve yaşamın anlamını sorgulayan insanlar, duyarlı insanlar, çevresini tanımak isteyen insanlar okuyor. Bu hayatı bu şekilde kabul etmeyenler okuyor. Birilerinden emir alarak kimliksiz bir hayat sürmek istemeyen, birey olmak isteyenler okuyor. Hayatı bütün boyutlarıyla, arka planlarıyla görülmeyen yanlarıyla anlamak ve benimsemek için yani zenginleşmek ve özgürleşmek için okuyorlar.
Hiç kendinizi yenilediğinizi düşünüyor musunuz? Okurdan bu tür eleştiriler geliyor mu? Neden yazıyorsunuz?Bu tür eleştiriler geliyor. Kendinizi ancak böyle var edebiliyorsunuz. Varoluşunuz bunu gerektirdiği için, kendinizi dünyada tanımlamanız için yola çıkıyorsunuz. Bir süre sonra işin rengi değişiyor. Okurun ilgisini kaybetmemek için yazıyorsunuz. Hayatınızı kazanmak da devreye giriyor.
Peki eskimek, unutulmak gibi bir endişe taşıyor musunuz?Var tabii. Her yazarın vardır. Ve büyük bir ıstıraptır yazmak. “Neden yazıyorsunuz?” sorusunu; “Elimde değil” diye yanıtlayabilirim. Her türlü engele rağmen yazmadan duramayan kişidir, yazar. İşkence, bir yazar için yazmasının engellenmesidir.
Egemen medyanın karşısında, alternatif medyanın ayakta durma şansını nasıl değerlendiriyorsunuz?Çok karamsar bir tablo var şu anda. Muhalif medyanın son derece çaresiz kaldığı bir dönem yaşıyoruz.. 70’li yılların sonunda yüz bin, yüz ellibin satan gazeteler vardı. Demokrat Politika gazetesi, fraksiyonların çıkardığı haftalık gazeteler binlerce satardı. Oralardan buralara geldi. Çok üzücü bir durum. Ezilen insanın, acı çeken, sistem tarafından horlanan insanın, sesi soluğu olabilecek medya aracı çok az. Bu haberler egemen medyada hiç verilmiyor mu? Veriliyor, ama akışına bakmak lazım. Hangi haber hangisinden sonra veriliyor ve hangi üslupla? Yerel basının, bölgesel basının canlanması lazım.
İnternet medyası bu anlamda bir alternatif oluşturabiliyor mu?İnterneti iyi kullanmak lazım. Sizi hayattan kurtarabilir, yalnızlaştırabilir. İnternetin böyle bir etkisi var. Bir taraftan da insanların birbirinden haberdar olması açısından muazzam bir özgürlük sağlıyor. Günümüzde devletin internet üzerindeki yasaklayıcı çalışmaları da başladı. Bugün Türkiye’de internet özgürlükleri değerlendirmek için değil daha çok vakit geçirme aracı olarak kullanılıyor.
Web siteniz (www.cezmiersoz.net) hakkında da biraz bilgi verir misiniz.?İnternet teknolojisinin çok hızlı bir şekilde dünyanın ve Türkiye’nin gündemini belirleyeceğini düşünüyorum. Yazılı basın galiba yavaş yavaş yerini dijital basına bırakıyor. Ben de okurlarıma ulaşmak için bu kanalı da kullanmak durumundayım. İlerde buradan yazılarımı ulaştırabilirim. Okurlarımın bana ulaşması için bir kanal açtım. Dünyayla da bağ kurabiliyorum böylece. Çok kolay değişen bir insan değilim, bu nedenle bilgisayara ve internete alışmam da uzun sürdü. İnternetten insanlara ulaşmak daha özgür bir ortamda gerçekleşiyor.