Herkesin buluşabildiği ve en rahat bir araya gelebildiği ortak müzikal noktanın ritim olduğunu söyledik. Fakat yine de çeşitli ülkelerin birbirinden farklı ritimleri var. Bu nasıl oluyor? Coğrafyadan mı kaynaklanıyor? Her milletin kanı farklı mı kaynıyor?
Evet bu çok ilginç, kesinlikle, bir kere her vurmalı çalgının, bulunduğu kültüre ait, karakteristik olarak, folklorik ve kültürel olarak, üzerinde hâkimiyet kurulmuş bir sürü etkisi var. Hem insan anlamında söylüyorum hem de coğrafi olarak söylüyorum. Örneğin Afrika’ya indiğiniz zaman hep karşınıza su kabakları ve hasırlar çıkıyor. Bu coğrafi bir özellik işte. Küba’ya gittiğiniz zaman, yine su kabakları var ama daha ağaç gövdeli
davullar söz konusu. Şunu söylemeliyim ki, esasında Afrika çok büyük bir dominant oluşturuyor dünya perküsyon müziğinde, çünkü unutmamak gerekir ki, özellikle Amerika kıtasının keşfinden sonra İspanyollar esirlerini yeni dünyayla tanıştırdılar, kıtaya getirdiler ve o esirleri ilk başta gemilerle adalara getirdiler ve özellikle o adalara bir tek Afrikalı
getirmediler, isyan olmasın diye. Hep çeşitli diller konuşanları getirdiler ve o Afrikalılar kendi aralarında inanılmaz bir sentez oluşturdular. Hem Afrika müziği anlamında konuşuyorum hem de İspanyollar, Afrikalılar ve Afrikalıların geldiği ada kültürü anlamında. İşte böyle düşündüğünüz zaman bugünkü Küba gerçeği çıkıyor ortaya. Küba niye bu kadar baskın? Küba perküsyonu diye bir şey var, Latin müziğin içinde birçok kategori var
ama Küba perküsyonu en baskın öğe. Latin müziğini ayırın deseniz ben ikiye ayırırım; bir Brezilya perküsyonü, bir de Küba perküsyonu. Müzikleri de böyle enstrümanları da böyle; bir maracas, guiro, conga, su kabağı gibi enstrümanları Küba’da görüyorsunuz, Brezilya’da bunların farklı türevlerini görüyorsunuz. Ya ebatları değişiyor, ya materyalleri değişiyor.
Dansları da öyle. İki taraf da birbirinden daha farklı dans ediyor. Tabii her coğrafyada, o çevrenin fiziki koşullarından çıkan bir takım farklı enstrümanlar, dolayısıyla farklı ritimler oluşmuş olması kaçınılmaz. Mesela, gemilerle gelen zenci kölelerin o zamanlar metal enstrümanları yoktu, peki ne yaptılar? Gemilerdeki tahta çivileri birbirine vurarak Latin
müziğinin temeli diyebileceğimiz clave çalgısını oluşturdular. Clave, İspanyolca’da
anahtar demek. Bugün clave vurguları, vuruş çeşitleri var. Bir diğer örnek de su kabağı, yani guiro. Guiro, esirlerin ip eğirmek için kenevir tohumlarını sürterken, çıkan sesi beğenip, sonradan çubukla sürterek icat ettikleri bir çalgı. Afrika ve yeni kıtadan sonra, İspanyolların ve onlarla buluşan adalıların bugünkü Latin müziğini oluşturduğunu görebiliyoruz. Bizim müziğimize gelince... Ben yüksek lisans tezimi vurmalı çalgıların
gelişimi ve kullanım teknikleri üzerine yaptım. Hangi yabancı kaynaklı enstrümana
elimi atsam, hep bizim mehteran müziği ve orkestrası çıktı. Triangle’ı araştırırken bir de öğreniyorum ki, Türk yeniçeri müziğiyle Avrupa’ya gelmiş. Ancak ne yazık ki Türk müziği konservatuarlarında vurmalı çalgılar eğitimi diye bir şey yok. Usul eğitimi var sadece. Klasik Türk musikisinde vurmalı çalgılardan ziyade ilk başta usuller üzerine gelişen bir müzik sistemi var, bu usulleri de temel çalgılarımız olan kudüm, bendir, def gibi
çalgılarla çalıyoruz; ama bence söz sahibi olan vurmalı çalgılara baktığınız zaman son derece ciddi tekniklerle kullanılıyorlar ama bu teknikleri müzisyenler kendi kendilerine geliştiriyorlar, halbuki konservatuarlarda da Türk müziği perküsyonunu öğretici, açıklayıcı ve geliştirici çalışmaların olması gerektiğine inanıyorum, çünkü Türk perküsyonunda da ortalama elliye yakın enstrüman var. Birçoğunu tanımadığımız, adlarını bile bilmediğimiz
enstrümanlar var. Niye bunlar kazandırılmasın?
Günümüz dünya müziğinde Latin perküsyonu çok büyük bir yere sahip, ama
Latin müziğini oluşturan en önemli unsurun Afrika’dan getirilen esirler
olduğunu söylediniz. Peki vurmalı çalgılar niye en çok Afrika’dan ve
Ortadoğu’dan yayılmış, neden daha çok bu topraklarda gelişim göstermiş?
Vurmalı çalgılar hakkında ne zaman bir araştırma yapsam, karşıma hep ya Mısır’da, ya Ortadoğu’da, ya da Afrika’da yapılan ilk kazılarda bulunan bir davul ya da benzer bir çalgı çıkıyor. Belki de en büyük uygarlıklar bu topraklarda çıktığı için. Ama bir şekilde ya göçler, ya savaşlar çok yönlendirmiş diye düşünüyorum. Bir de teknoloji olgusu var tabii. Biz
bir şeyi bulmuşuz ama Batı onu hemen almış, modernize etmiş. Ortadoğu insanının
yıllardır kullandığı kendine özgü enstrümanları vardır; mesela, Fas’ta bendir olarak geçer, bizde def olarak, Azerbaycan’da başka bir şey olarak. Ama bir bakıyorsunuz, İskandinavlarda da aynı enstrüman var. Tabii, çünkü adam akort mekanizmasını daha evvel bulmuş, suni deriyi daha evvel bulmuş, ahşap görünümlü başka bir materyal kullanmış; yani teknolojinin de biraz önemi var.
Latin Amerika müziği, diğer tüm müzik türleri için tükenmez bir kaynak
niteliği taşıyor, öyle değil mi?
Bugün, popüler müziğe damgasını vuran ciddi bir Latin Amerika müziği var. Ben hep söylüyorum ‘Bu Latinler olmasaydı müzik ne olacaktı?’ diye! Kendi pop müziğimize baksak yeter! Ben bazen hayret ediyorum, çünkü bilmeden, kulaktan dolma bilgilerle öyle şeyler yazıyor ki bazen bizimkiler, Latinlerin çok enteresan ritimleriyle, vurgularıyla veya yapılarıyla, çarpışıyor. Bizim pop müziğimizi bile kurtarıyor diyebilirim Latin müziği
için! Öyle bir egemen olmuş ki! İyi ki de varmış! Her şey bir yana, eğlenemeyecektik! Latin danslarını da unutmamak lazım. Her ritmin bir de dansı var tabii.
Röportaj: GÖKÇE TUNCER
Röportajın devamı için tıklayın