Romandaki kahramanları biraz anlatır mısınız?Konaklı; o dönemde en elit kesimden geliyor. Konakta yaşıyor. Diplomat eniştesinden dolayı Paris’e gidiyor. Orada avant-garde kültürle tanışmış. Onlardan etkilenmiş, o dönemde misyoner okulunda okuyor. Yaşadığı tecavüz olayına çok tersten bakıyor ve toplumun ona tecavüze uğrama ihtimali karşısında yükleyeceği o yükten biranda silkinip “ya bu nedir, hiç suçum olmadığı halde önüme konulan, dayatılan şey nedir?” diyerek orada çok anarşist bir tavır alıyor ve bu kez kontur tavır çekmek için belki, çok farklı bir noktada duruyor ve sadece bakir erkeklere hizmet veren bir genel ev kuruyor. Daha doğrusu “Kutsal Fahişeler Tapınağı” kuruyor. Aslında bu Kutsal Fahişeler Tapınağı, Anadolu topraklarının çok yabancı olduğu bir kavram değil, tek tanrılı dinlerden önce Kapadokya’da, Ege’de, Akdeniz’de varolan Tanrıça Kültürünün çok güçlü bir ifadesi. Orada zaten sevgi, sevişmek, cinsellik bir ibadet olarak yapılıyor. Kadınlar, kraliçeler de dahil tapınağa girip fahişelik yapıyor. Ama bugünkü fahişelikten çok farklı bir şey o. Bedeni, cinselliği, üretkenliği yüceltmek için yapılan bir şey o.
Bizim Konaklı da belli belirsiz bu bilinci taşıyan, yaşlı bir kadınla tanışıyor ve böyle bir ev kuruyorlar. Sadece bakir erkekler için kuruyorlar, savaşa gittikleri için, ölmeden önce en azından kendilerine ait bir şeyi yaşamaları için onlara bu hizmeti veriyorlar. Bakir erkekler de oradan çıkıp savaşmak için Anadolu’ya gidiyor.
Ali Murat; aslında çok bugüne ait bir kahraman. Her darbede bir sürü Ali Murat’lar yaşıyor Türkiye. İdealist adam, bir takım takıntıları olsa da, yurtsever ve idealist bi adam. Bu idealleri uğruna, hapishaneye düşüyor, işkenceler görüyor ve bunları yaşarken “esaret”i, müzikle kurduğu ilişkileri sorguluyor.
Niko; çok sıkı bir entellektüel. Çok okuyan, çok düşünen, her şeye hakim bir insan. Ben onu çoğu yerde de Türkiye’ye benzetmişimdir. Entellektüel, çok okuyan, düşünen anlamında değil, çok sık ideoloji değiştiren anlamında benzetirim. Çünkü Niko bütün o iç kötülüklerini, eksilerini örtmenin yolu olarak belli ideallere sığınmayı görüyor. Çok doğal bir şey, fakat Türkiye’de insanların yaşadığı hastalığı o da yaşıyor, hiçbirini sindirmeden dahil oluyor. O yüzden sadece geçici bir katılma olarak yaşıyor. Şaman oluyor, Budist oluyor, sonra derviş ve en sonunda para tekkesinin esiri oluyor, banker oluyor. Bu da Türkiye’nin durumuna çok benziyor. Bir sürü ideoloji değiştirdik, en sonunda da Allahımız para oldu, şimdi herkes para için savaşıyor.
Niko’nun işgal sırasında son oyuncağı, para kazanma zemini de elinden alınınca, kötülük meleklerinin peşinden gitmeye başlıyor.
Bir de kahkaha satan adam var. O gerçek bir adam. Ben onu Galata’da görmüştüm. Belki hala yaşıyor ve hala kahkaha satarak geçiniyor. İnsanlık trajedilerini tamamen yok ettiği için çok rahat kahkaha atan bir Hikmet’imiz var, inanılmaz çıkarcı. Bu bizim dostluklarımızda da vardır ama, “dostluk” adı altında, “sığınma, yaslanma ve istismar etme” biraz da o karikatüre parmak basmak gibi oldu Hikmet.
Çok saygı duyduğum Umay var. Genel geçer kültüre karşı çıkan yaşlı bir kadın.
“Her şey İstanbul’a aitti. Suç da ceza da günah da…” Peki niye İstanbul bu kadar suçlu?
Aslında bu biraz da İstanbul romanı. İlk ilhamımı da ben Galata’yla ilgili bir belgesel yaparken orada topladım diyebilirim. Şimdi o duyguyu bence hepimiz yaşıyoruz. Mutsuz bir günde kalktığımızda koca bir şehir, yolunu bulamayacağımız, altından kalkamayacağımız, gelip geçemeyeceğimiz binalar. İnsanın en kötü günlerinde bu görkemli şehir suçlu gibi durur. O görkemi, şatafatı, gücü onu suçlu gibi gösterir. Çünkü ona kavuşamıyorsun, dahil olamıyorsun, kendi başına acılar çekiyorsun, onun yüzünden diye düşünüyorsun.
Bundan sonraki projeler neler, yeni bir kitap ya da belgesel tarzı bir çalışmanız var mı?Aslında şimdi bir belgesel var, bir roman var; aynı mekanda geçiyor. Elit kadınlarla çok uğraştım ben, Harem’i yaptım, Tanrıçalar’ı yaptım. İşte romanda da Konaklı… Ama başından beri beni çeken bir gerçek var: Doğu’da yaşam.. Geçen ay Batman, Diyarbakır, Hasankeyf, Urfa yaptım. İnanılmaz malzemeler var. Yetiştirebilirsem Nevroz’a yetiştirmeye çalışıyorum. Bir de oranın belgeseli var gündemde, artık bir de belgeselden çok sinema filmi yapmayı düşünüyorum. Benim de bir sinema filmim olsun…
Röportaj: Elifcan Karacan