Nasuh Mahruki; 1995 yılında Everest Dağı'na tırmanan ilk Türk dağcı. Çok erken yaşlarda spora başlamış, çok genç yaşta, 26 yaşında Akut'u kurmuş, bugünlere getirmiş, ülkemizin başarılı isimlerinden biri.
Ülkemizin önemli sivil toplum kuruluşlarından Akut 20'nci yılını doldurdu. Akut'un gelişimiyle ilgili neler söylersiniz?
14 Mart 2016'da 20'nci yılımızı doldurduk, artık 21. yılımızın içindeyiz. Bu çok heyecan verici bir duygu. Türkiye'de bir sivil toplum kuruluşunu bu kadar uzun süre ayakta tutabilmek; hem de tamamen bağımsız, herkesin gönüllü olduğu bir sivil toplum kuruluşu olarak götürebilmek kolay iş değil.
Koskocaman Akut Derneği'nde sadece üç tane maaşlı personelimiz var. Akut içindeyse Türkiye'nin her yerinde ve 7/24 operasyonel hizmete hazır 2 bin yüz gönüllümüz, 36 ekibimiz var. Her sene yeni ekipler kuruyoruz. Her yıl ekiplerimiz artıyor ve operasyon sayılarımız çoğalıyor. 2 bin yüzün üzerinde operasyona çıktık ki, bunların 304 tanesi geçen sene gerçekleşti. Bu neredeyse senede her gün bir operasyon demek. Bu kadar yoğun bir tempoda çalışıyor gönüllülerimiz. Gönüllülük ve karşılıksız yardımseverlik en temel ilkemiz. Dernek 20 yaşını bitirdi, bunun yanında vakıf, spor kulübü, enstitü, çocuk akademisi, üniversite grupları, liselerde kulüplerimiz ve yayın evimiz var. Akut, bir çok yapılanmaların altında farklı farklı yapılanmaları olan büyük bir organizasyon.
Toplumun bizi en tanıdığı alan Arama-Kurtarma. Bunun çok daha ötesinde bir hareket aslında Akut. Tamamen toplum içindeki gönüllü ve sosyal sorumluluk bilincini geliştirmeyi, harekete geçirmeyi ve daha geniş kitlelere ulaşmayı hedefleyen bir yapısı var. Aramıza katılan gönüllülerle yürüyor bütün bu işler. Kurumsal iklimini ve o ilk başta taahhüt ettiğimiz temel misyonu, vizyonu ve değerleri, kurum kültürünü koruduğumuz sürece de görüyoruz ki, hakikaten insanlar geliyor Akut'a ve kendi yaratıcılıklarını, kendi enerjilerini hiç bir karşılık beklemeden yaşadıkları topluma, çevreye katmaya çalışıyorlar.
Bu da tabii ki, bizi büyütüyor. Hem algısı çok olumlu, güvene dayalı, resmi olarak da Türkiye'nin en güvenilir kurumu olarak seçilmiş bir kurum Akut. Aynı zamanda Bakanlar Kurulu kararıyla kamu yararına çalışan bir dernek ve yine Bakanlar Kurulu kararıyla izin almadan yardım toplayabilen bir dernek. Türkiye'de aşağı yukarı 80 bin civarında dernek var, bunlardan sadece 11 tanesi hem Bakanlar Kurulu kararıyla kamu yararına çalışan, hem de yine Bakanlar Kurulu kararıyla yardım toplayabilen derneklerden. Dolayısıyla bu, çok önemli bir statü.
Derneğin kurulduğundan beri iki temel varlık sebebi var. Dağ ve doğa kazalarında, depremsel gibi doğa felaketlerinde, büyük kazalarda can kaybını en aza indirmek ve toplumu bu konu hakkında bilinçlendirmek. Bu iki temel çerçevede yürüyoruz.
Bütün arama ve kurtarma çalışmalarını dernek üzerinden yapıyoruz. Bütün sosyal sorumluluk projelerini ve toplum bilinçlendirme çalışmalarını da vakıf üzerinden yapıyoruz.
Bunun yanı sıra bir spor kulübümüz var, çok çeşitli branşlarda faaliyet gösteriyor. Dağcılık, atletizm, bisiklet, kayak, snowboard, motosiklet, motor sporları, kitesörf, geleneksel Türk okçuluğu, paralimpik yelken, şimdilerde su altı şubesini de kuruyoruz. Bir çok alanda faaliyet gösteriyoruz. Sporda da kaliteyi, başarıyı, niteliği en yüksek hedefte tutuyoruz. Burada da gönüllülük esasına dayalı işler yapılıyor.
Akut, Türkiye'nin en güçlü sivil toplum kuruluşlarından
Sonuç olarak Akut, hayatımıza bir arama kurtarma takımı olarak girdi. O arama kurtarma takımından Türkiye'nin en güçlü sivil toplum kuruluşlarından birine evrildi. Tamamen yaşadığı topluma fayda yaratmak isteyen ve bunu yaparken de hiç bir karşılık beklemeden tamamen insani duygularla, sosyal sorumluluk bilinciyle yapan, örgütlü insan topluluklarının olduğu hareket haline dönüştü. Bunu yaparken de altında bir takım değişik üniteleri var. Önümüzdeki süreçlerde planladığımız yeni ünitelerde hayata geçecek.
Hayat devam ettiği sürece biz o hayatın doğal akışı içinde eksikliğini gördüğümüz, hatalı gördüğümüz, daha yapılabileceğini gördüğümüz şeylere, şikayet edip konuşmaktansa; o örgütlenmeyi yapıp, kendimiz elimizi taşın altına koyup, örneğini, rol modelini kendimiz oluşturuyoruz, zaten arkası da geliyor.
Bugün Türkiye'deki arama kurtarmada da öyle oldu. Biz 22 sene önce büyük bir boşluk olduğunu fark edip örgütlenmeye karar verdiğimizde, insanlar 1999 depreminde bu işin farkına vardı ve ne kadar akıllı bir hamle, ne kadar ileri görüşlü bir hamle olduğunu herkes anladı.
Ve şu anda Türkiye'de silahlı kuvvetlerde, özel sektörde, yerel yönetimlerde, kamuda, sivil toplum örgütlerinde gördüğünüz bütün arama ve kurtarma yapılanmaları '99 depreminde Akut'un gösterdiği yararlılıklar ve doğru rol modelden sonra kurulmuştur. Akut, öncü olmuştur ve öncü olmaya da devam etmektedir. Spor kulüplerimiz, enstitülerimiz şu an yine hem ulusal hem uluslararası alanlarda öncü hareketlerde bulunuyorlar.
Akut, yıllar için de büyük bir aileye dönüştü. Başkalarının da benzer şeyler yapmasına örnek oldu. Akut'un standartları da çok yüksek olduğu için bizim örnek olduğumuz konularda Türkiye genelde diğer alanlardan daha ileri durumda. Bizden sonra gelen yapılanmalarda bize benzemeye çalışıyor ve o standardı yakalamaya çalışıyor. Böyle olunca da tabii Türkiye ortalamasının üzerinde yer alıyorsunuz.
Akut Başkanı ve doğa sporlarında uzman bir birey olarak; tırmanışlarınız, gezip gördükleriniz, yaşadıklarınıza dair yedi kitabınız var. Yakın zamanda yeni kitap ya da projeler olacak mı?
Bir fotoğraf kitabı istiyorum aslında. Bir çok sergi açtım, oldukça fazla fotoğraf var. Kafamda projelendirdiğim başka kitaplarda var. Daha çok hayatın içinden; yaşam, varoluş, ölüm, Tanrı gibi konuları olan.
Dağlar, dağcılıkla ilgili olan var, daha önce yaptığım tırmanışlardan yazmadıklarım. Kafayı toparlarsam aslında onları yazmak istiyorum.
Fotoğraf sergilerim yine olacak, istendiği zaman veriyorum fotoğrafları sergi için. Akut'la ilgili tüm etkinlik ve projeler de devam ediyor zaten.
10 sene sonra Akut nerede olur?
Yeni yapılanmalarda hayallerimiz, planlarımız var. Bir Akut müzesi kurmak istiyoruz, belki ilerde Akut'un daha güçlü bir akademik yapısı olabilir. Bütün bu konulardaki eğitimleri belli bir çatı altında toplamaya çalıştığımız ve sertifikasyona dönük eğitimler verdiğimiz ve o sertifikasyonla insanların profesyonel anlamda işler yapabildiği bir akademik bir yapıya da dönüştürebiliriz Akut'u. Yeni ekipler kurmak, çoğalmak istiyoruz. 36 ekibimiz var, keşke 136 ekibimiz olsa, Türkiye'nin her yerinde bir Akut ekibi olabilse.
Hayvan kurtarmada kendimizi geliştirdik son süreçte. O da önemli bir boşluk Türkiye'de. Özellikle vahşi hayvanların doğada meydana gelen olaylarda Akut'un üç yüze yakın hayvan kurtarma operasyonu var. İki bin yüz gönüllünün içinde bine yakın vahşi ve evcil hayvan kurtarma var. Birleşmiş Milletler tarafından akredite edilmiş Türkiye'nin ilk kurtarma takımıyız. 2011 yılında bayaa zor ve sıkı bir tatbikatın neticesinde aldık bu ünvanı. Beş yıllık geçerliliği var bu sene tekrarına gireceğiz.
Yani biz, katıldığımız yurt içi ve yurt dışı arama kurtarma çalışmalarında hem Türkiye'yi hem Birleşmiş Milletleri temsil ediyoruz. Onların uygun gördüğü standartlarda yapıyoruz çalışmaları. Bu sertifikasyonu alabilen dünyadaki 7'nci sivil toplum kuruluşuyuz.
Spor kulübümüz, derneğimiz, enstitümüz küresel oyuncu. Türkiye'de çok zor bu şekilde bir sivil toplum örgütünü ayakta tutabilmek ki, bu süreçte başımıza gelmeyen de kalmadı. Yolumuzun doğru olduğuna inancımız en üst düzeyde, motivasyonumuz yüksek ne kadar hırpalandıysak da yaptığımız şeyin bu ülkeye değer olarak geri döndüğünü, günün sonunda insanların hayatının kurtarıldığını, ailelerin o büyük ölüm acısından kurtarıldığını görüyoruz. Bunlar da bizi daha motive ediyor, böylece gelişe gelişe büyüye büyüye devam ediyoruz.
Türkiye'de doğa sporlarının geldiği noktada Akut'un katkılarını anlatır mısınız?
Bahsettiğim gibi spor kulüplerimiz var, buralara başvuru yapılıyor. Hem yaşam kalitesini artırmak için spor yapın diyoruz, hem de profesyonel sporcular Akut ailesine katılıp Akut lisansı ile yarışlara katılıp, yaptığı sporu devam ettirebiliyorlar. İnsanlar iyi bir kurumla, markayla bir araya geldiği için mutlu oluyor, Akut da birlikte başarılara katkıda bulunduğu için mutlu oluyor.
Akut, son 4-5 yılda kar sporlarını bilinçli bir şekilde profesyonel antrenörlerle, psikologlarla, diyetisyenlerle, yurt içi yurt dışı antrenmanlarıyla, doğru hocalarla yaparak, sporun nasıl olacağını ve geliştirileceğini gördü.
Biz bu alana girdikten sonra kayak ve snowboard bir kaç adım birden ilerledi. Daha öncesinde kar sporlarındaki başarı Erzurum Palandöken'de, Kayseri'de, Bursa Uludağ'da yaşayan çocukların egemenliğindeydi. Ama İstanbul'dan bir avuç sporcu aileleriyle birlikte bilinçli bir şekilde eğitildikten sonra standartların ne kadar yukarıya çekilebileceğini gösterdi. Çünkü, bu iş tamamen doğru eğitim ve doğru antrenman meselesi. Yani doğru bir antrenörle sporcunun kendi yeteneklerine dönük bir şekilde çalıştırabilirseniz ve bunu da tam donanımlı, en iyi şekilde sağlayabilirseniz, hakikaten çocukların da performansı gelişiyor, potansiyellerini yükseltebiliyorlar. Bu şekilde olunca diğer sporcu ya da adayların da bakış açısı değişiyor, örnek oluyor. Onlar da psikologlu, beslenme uzmanlarıyla, yabancı antrenörlerle çalışmaya dikkat ediyor. Sonuç olarak Türkiye'deki kayak ve snowboard çalışmaları bir anda yükseldi. Şimdi insanlar daha bilinçli bir şekilde yürütüyor bu çalışmalarını.
Akut kar sporları bu anlamda neden başarılı? Çünkü bu çocuklar bizim velilerimizin çocukları. 8-9 yaşlarında başladıkları için şu anda 16-17-18 yaşlarındaki çocuklar Türkiye milli takımında ve Türkiye şampiyonu pozisyonu durumunda, olimpiyatlara girecek takımda biz de yer alacağız 2019'da.
Diğer bir önemli nokta; Türkiye, bu tip sporları yapmak açısından çok ideal yerlere sahip. Mesela, yamaç paraşütü konusunda Ölüdeniz, spor tırmanışı konusunda özellikle Akdeniz Bölgesi, Antalya çok güzel alanlara sahip. Rafting de yine Çoruh dünya çapında bir yer. Ülkemizde üç bir tarafımız deniz, on binlerce mağaramız var. Türkiye bu anlamda coğrafi konumu dolayısıyla çok zengin. Mesela Antalya'da sabah kayak yapıp öğleden sonra denize girebiliyorsunuz.
Ama ne yazık ki, Türkiye'de yeni yeni gelişiyor bu tür şeyler. Türkiye'nin yaş ortalaması 29, çok genç bir nüfusa sahip ve çok büyük bir potansiyel bulunmasına rağmen gelişimini tamamlayamadı.
Toplumsal kültür spora bakış açısı ve gelişimini etkiliyor
Gelişememesinin nedenlerinden biri maliyeti yüksek sporlar olduğu için mi?
Tamamen toplumsal kültürle alakalı. Yani bütün tv kanallarında sabahtan akşama kadar saçma sapan magazinler, televoleler, evlilik programları gibi gereksiz programlar olduğu için, bir de Türkiye'de spor denilince akla hep futbol geldiği için.
Sporda dönen bütün kaynakların Türkiye'de yüzde 95'inden fazlası futbolda dönüyor. Yani 70 civarında federasyon var sanırım, federasyon olmayan bir çok spor branşı da var, bütün bu spor branşlarının içinde ülkede dönen paranın yüzde 95'inden fazlası sadece futbola aktarılıyor. Geriye kalan bütün branşlar; basketbolu, voleybolu, hentbolu, yüzmesi, atletizmi, şusu busu hepsini üst üste koyun yüzde 5 etmiyor. Haliyle sporda o anlamda gelişmiyor.
Çünkü doğru yatrım, kaynak, rol modeller yok. Futbol güzel bir spor elbette ama sadece 11+11 22 kişi spor yapıyor. Geriye kalan seyirci konumunda, yani insanlar, spora ilgin var mı var. Eeee çok güzel seyirciyim, pozisyonunda kalıyor. Sporun anlamı sporu kendin yapacaksın. Senin bedenin, anatomin terleyecek; kalp atışın yükselecek, adrenalin, endorfin, bütün o salgıları salgılayacak, o zaman bir faydası var sporun. Yoksa seyirci olmanın bir faydası yok ki. Tamam seyirlik olarak çok keyifli olabilir ama asıl sporu sen yapacaksın, senin vücudun o deneyimi yaşayacak. Bu anlamda ülkedeki kaynak yönetimleri ve aktarımları yanlış.
Ne kadar çok insana spor bilimini, spor ahlakını yayabilirsek, tabii bu çocukluktan itibaren yapılması gereken bir şey. Yani alt yapı meselesi, alt yapıya indiğimiz taktirde 5-10 sene içinde uluslararası rekabet edebilecek nitelikte sporcular üretebiliriz.
Biz ülkemizde ne yapıyoruz? Alt yapıya hiç yatırım yapmadan hemen çabuk bir başarı göstergesine ihtiyaç duyuyoruz. Son Londra Olimpiyatları'nda sporcuların üzerinde öyle büyük bir baskı kuruldu ki, o kurulan baskı sonucunda, yani tamamen başarı odaklı bir psikolojiyle giden sporcular ne yazık ki, gayri ahlaki konulara girdiler. Yani doping olayları patladı Türkiye'de. Londra Olimpiyatları'na tarihimizin en büyük kafilesiyle gittik, bunu da öyle davullu zurnalı, çok büyük halkla ilişkiler çalışmalarıyla yaptık. 5 bin metrede iki sporcumuz birinci ve ikinci oldu, müthiş gururlandık. İkinci olanın doping yaptığı ortaya çıktı, madalyası alındı; yakın zamanda birinci olanın da doping aldığı ortaya çıktı.
Spor böyle yapılmaz. Spor, öyle bir seferde one-shot gidelim, dopingimizi yapalım, suç işleyelim, altın madalyamızı alalım, vatandaşı kandıralım, sanki harika bir başarı elde etmişiz gibi olmaz. Bunu yaparsanız bir süre sonra gerçekler ortaya çıkar ve bin beter duruma düşersiniz. Türkiye şu anda bu durumda. Doping yaptıkları için, hukuki-ahlaki uygun olmayan yollara girdikleri için artık sporculara güvenilmiyor. Halbuki, alt yapıya yatırım yapsanız bu şekilde olmaz.
Alt yapıya doğru yatırım yapmak ve sponsorluk kavramıyla desteklemek ki, bu hükumetin yaptığı iyi şeylerden biri. Amatör sporlarda sponsorlukla ilgili gerekli yasal düzenlemeleri yaptılar ve yüzde yüz vergiden düşürülür hale getirdiler.
Yani, Akut adına yapılan dernek bağışlarının sadece yüzde 20'si vergiden düşüyor. Ama amatör sporlara yapılan desteklerin yüzde 100'ü vergiden düşüyor. Bu kadar iyi yasal düzenleme yapıldığı halde, hala arzu edilen yerlerde kullanılamıyor. Çünkü, doğru rol modellerle, doğru başarı örnekleriyle, doğru medya planlarıyla desteklenmiyor. Yine varsa yoksa futbolda dönüyor her şey.
Büyük depremi biliyor, bekliyoruz ama hala hazır değiliz
1999 depreminde Akut ismi ön plana çıktı ve daha bilinir hale geldi. O zamandan bu zamana İstanbul'da neler değişti ve gelişti?
O zamandan bu zamana İstanbul'da nüfus arttı. Yanlış politikalar devam etti. O tarihte de korktuğumuz neydi? İstanbul'da çarpık kentleşme, kaçak yapılanma, sürekli devam eden kontrolsüz göç var ve bunun yarattığı da deprem yönetmeliklerine uygun olmayan yüzbinlerce bina var. Bunun çözümü de; korkuyoruz ki bir İstanbul depremi trajedimiz var, bekliyoruz, ne zaman olacağını bilmiyoruz. 1939 Erzincan depreminden bu yana Doğu Anadolu fay hattından Kuzey Anadolu Fay hattı üzerinden doğudan batıya doğru yürüyen bir fay hattımız var. Altı büyük depremde kırıla kırıla gelmiş en sonunda 17 Ağustos'da da Gölcük'de kırıldı. Bir sonraki de Boğaz'ın altlarında bir yerden kırılacak, yani Marmara Denizi'nden geçip İstanbul'un güneyinden Yunanistan'a doğru devam edecek. Ne zaman olacağını bekliyoruz bunun? Olduğu taktirde bu köhne yapı stoklarıyla çok ciddi yıkımlara yol açabilir. Bunu 1999'dan beri biliyoruz zaten.
Buna dönük hamle yapmak gerek, işte o kenstel dönüşüm aslında tema olarak çok güzel bir kelime. Ama altını doldurmadığınız taktirde ya da altını kendi kafanıza kendi küçük menfaatinize göre doldurduğunuzda o zaman olmuyor, amacına ulaşmıyor.
Kentsel dönüşüm, kentsel dönüşüm dediler, çok güzel, harika tamam, biz de istiyoruz kenstel dönüşüm tabii ki, ama fiili uygulamaya baktığımızda alakası yok. Yani İstanbul'daki o eski köhne binalar aynen duruyor ama ne kadar boş yeşil alan kalabildiyse, bu kadar sene sonra onların hepsi imara açıldı. Hepsine kocaman AVM'ler, rezidanslar, gökdelenler dikildi. Şöyle bir fotoğraf var şehirde; bir tarafta şehrin bütün o eski köhne yapıları, yıkıcı bir depremle karşılaştıklarında yıkılma riski olan binalar aynen duruyor. Bir tarafta da modern, çağdaş gökdelenler duruyor. Yani şehir tamamen aykırı ve birbirine benzemeyen plansızlığını iyice bozmuş bir halde. Gökdelenler de düzenli bir yayılıma sahip değil. Nerede boşluk varsa oraya kurulduğu için, rastgele şehrin her tarafında ortadan çıkan abuk sabuk gökdelenler duruyor.
Önceki hükumet tarafından yaklaşık 493 tane deprem toplanma alanları ilan edildi, bunun neredeyse 4'de 3'ü imara açıldı ve yine gökdelenler dikildi. Deprem vergisi ödedik yıllarca telefonlarımızda, adı üstünde deprem vergisi, ne amaçla kullanılır? Ülkenin depremlere karşı incinmesini, zararlarını azaltmak için kullanılır, deprem vergisi bu sonuçta. Yani bununla okul, duble yol yapamazsınız, başka bir şey olmaz, deprem için kullanacaksınız bunu.
O yüzden maalesef sorunumuz bilmemek değil. Biliyoruz herkes her şeyi biliyor zaten, bilgi eksikliği yok, 16 sene önce bir travma yaşadık, biliyoruz. Gereği yapılmıyor sadece.
Gezi Ruhu hala var
Gezi'yi bir de sizden dinleyelim. Yalnızca yardım için gittiğiniz Gezi'de büyük yaralanmalar geçirmiş biri olarak, sizce Gezi'de çıkan kıvılcım söndü mü devam ediyor mu?
Yoo sönmedi, devam ediyor hala. Gezi amacına fazlasıyla ulaştı.
Tekrar bir Gezi olur mu?
İnşallah olmaz, ikinci Gezi'de silahlar konuşur. Burada en büyük problem kurumların işini yapmaması tabii. Yani kurumlar işini yapmadığı için en sonunda halk isyan etmek zorunda kaldı.
Bir kedi, fare bile köşeye sıkıştığında en sonunda saldırır. Boyuna posuna bakmaz oradan çıkabilmek için saldırır. O oldu yani Türk gençlerinin başına o geldi. Ve gençlerden çıktı zaten bu iş de. Çünkü çocuk daha 16-18 yaşlarında hayata umutla bakıyor, önünde çok coşkulu dolu dolu mutlu bir hayat olduğunu düşünüyor. Ama bir taraftan da hükumeti sürekli işte kızlı erkekli yan yana oturulmaz, sokaklarda parklarda öpüşülmez, gülünmez, bira içilmez. Yani her şeyimizi engellemeye çalışmaları, ülkeyi tamamen dinci bir yöne çevirmeye çalışmaları gençlerin üzerinde ciddi bir travma yarattı. Biz bunla yaşamak zorunda değiliz dediler en sonunda. Ve hala da onu diyen çok büyük bir kitle var.
Halk, kurumsal yapının bir parçası olmadığı için tamamen özgün iradesi ve gelecek kaygısıyla hareket edebiliyor. Halkı tabii ki bu şekilde, en sonunda isyan edecek noktaya getirmek de büyük bir başarı. Kaldı ki; Türk toplumu çok muhlis bir toplumdur, kolay kolay isyan etmez.
Sonuçta Gezi Ruhu hala duruyor.
Şu an başımızdaki en büyük tehdit Suriyeliler. Çünkü, Türkiye'deki kanunlara göre 5 sene Türkiye'de yaşıyorsanız vatandaşlık alma hakkınız var. Ama bu tabii ki 2 milyon göçmen için çıkarılmış bir yasa değil. Normalde geldi x bir ülkenin vatandaşı Türkiye'de eğitim aldı, evlendi, iş buldu ve 5 sene yaşadıysa vatandaşlık alma hakkına sahip oluyor. Bu yasa bunun için çıkarılmışken şimdi 2-3 milyon Suriyeli'ye bunu uygulayacaklar. Ve bu tabii ki çok büyük bir problem. Çünkü bir anda; ne Türk dilini, kültürünü bilen, ne Türk olan, ülkeyle hiç bir bağlantısı olmayan milyonlarca insanı ülkenin vatandaşlığına sokmak gibi bir tehdit var başımızda ki; bu ülkenin bütün sosyoekonomik, sosyokültürel her şeyini bozacak bir tehdit. Bunun için bir şey yapmak lazım. Ben kendi adıma Suriyeliler'in Türk vatandaşı olmasını istiyorum, hakları olduğunu da kabul etmiyorum. Tamam 5 sene burada yaşamış olabilir de burada bir sığınmacı olarak yaşadı. Burada bir iş üretmedi bir katma değer yaratmadı, bir faydası olmadı, kendi ülkesinden kaçıp, muhtaç olduğu için, sığındığı için ülkemizi, kapımızı açtık, yardımcı olmaya çalıştık. Bu vatandaşımız olacak anlamına gelmez, gelmemeli. Bu şu andaki en büyük problemimiz ve seçim dengesini bozacak konuda bu.
Sorumlu muhalefet yok, kurumların arkasında duramıyor. Böyle olunca da bizler kaybediyoruz, ülke kaybediyor. Yine de ümitliyim. Zaman bizim lehimize. Çünkü teknoloji, bilgi, bilim, özellikle şu cep telefonu artık, herkesi dünyanın her yerine temas halinde, iletişim halinde tutuyor.
Gezi'den sonra Akut'la ilgili ne gibi sorunlar yaşadınız? Mesela sponsorluklarla ilgili sıkıntı oldu mu?
Bizim en büyük sorunumuzu ne yazık ki AKP'li yönetimlerle yaşıyoruz. Ne yazık ki. Gezi olayları olsun, ya da benim siyasi içerikli çıkışlarım olsun ki, ama ben onları vatandaş Nasuh Mahruki olarak yapıyorum. Akut'la bir ilgisi yok, çünkü Akut siyaset üstü bir yapı. Akut'ta her görüşten insan vardır. AKP'lisi, CHP'lisi, MHP'lisi, Atatürkçü'sü de vardır, herkes vardır belki Atatürk karşıtı da vardır bilmiyoruz ki. Türkiye mozaiği Akut. O yüzden Akut içinde siyaset konuşmuyoruz. Ama Akutlular'ın siyasi görüşleri de Akut'u bağlamıyor.
AKP'li yerel yönetimler benim siyasi çıkışlarımdan sonra Akut'a verdikleri, aramızda anlaşma olan sahip olduğumuz yerden bizi çıkarmak için, yeniden bir meclis kararı aldık, diyebiliyorlar.
Bu arada kamu kaynaklarının tamamen bize kapalı olduğu bir dönem yaşıyoruz. Yıllardır zaten bu böyleydi, hep böyle. Akut gibi Türkiye'nin en önemli en faydalı sivil kuruluşlarından bir tanesine sırf başkanının siyasi görüşleri bize zarar veriyor deyip Akut'a hiç bir destek vermiyorlar ve her yerden önünü kesiyorlar, engellemeye çalışıyorlar, ilerde bunun kitabını da yazacağım zaten.
Başkanlıktan çekilme gibi bir düşünceniz oldu mu?
Böyle bir düşüncem olmadı. Onlar dile getiriyor ama bu da bir densizlik. Ben Akut'u kuran kişiyim ve kurduğum zaman daha 26 yaşındaydım. Buraya atamayla gelmedim yani. Bu sivil toplum kuruluşunun; zaten fikrinde, liderliğinde, kritik kararlarda her şeyinde başından itibaren ben varım. O yüzden böyle bir şey söylemek zaten haddini fazlasıyla aşmak.
Sivil toplum kuruluşlarında işler hadi yerimi başkasına devredeyim şeklinde yürümüyor. Sonuçta burası bir holding, şirket değil, patronum yok. Sivil toplum kuruluşu lider kadrosunun inisiyatifiyle ve yönlendirmesi, motivasyonuyla yürür.
Bu yüzden sivil toplum kuruluşlarında şirketin genel müdürünü atayalım, değiştirelim gibi bir bakış açısı olmaz, olursa zaten o kurum çöker. Çünkü, burada belli bir duruş, felsefe, algı, anlayış var. O anlayışı bambaşka bir yere savurmak olur ki, o zaten demokratik kitle örgütlerinin genel felsefesine aykırı. Yukardan bir emir komutayla, atamayla hükumetin ya da devletin, bir başka daha üst bir yapının bir demokratik kitle örgütünün geleceği ile ilgili ya da stratejisi, yönetimiyle ilgili karar almaya kalkması da demokratik kitle örgütünün felsefesine aykırı. O tamamen yurttaş sektörü içinden yaratılmış bir sosyal sorumluluk, sosyal girişimcilik felsefesi. Ve kim kurduysa onun vizyonuyla, öncülüğünde, liderliğinde devam eder. Hangi felsefeyle kurulduysa baştan onunla yürür.
Ama tabii bunlar hayata o kadar kendi kafalarından bakıyorlar ki, o zaman Akut'u bırak diyebiliyor. Niye bırakayım ki? Sen istiyorsun diye mi bırakacağım? Bu kadar katma değer yaratıp, bu kadar fayda üretiyoruz. O başka bu başka, benim siyasi söylemim beni bağlar, Akut'taki yaptıklarım toplumu bağlar.
Akut'un kültür sanatla ilgili de çalışmaları var mı? Varsa neler yapılıyor?
Akut'un, vakfın altında kültür sanat kulübü de var. Çünkü biz, özellikle toplum bilinçlendirmede tiyatro sanatını çok fazla kullanıyoruz. Deprem, yangın vs. bilinçlendirmek için; çocuk kuklası, çocuk müzikali, interaktif tiyatro gibi bir sürü öğeyi kullanıyoruz. Afet bilinçlendirmesini daha sempatik hale getirip, biraz eğlendirirken düşündürüp, güldürürken öğretelim felsefesiyle, çok da işe yarıyor, çok olumlu sonuçlar alıyoruz. Dolayısıyla kültür sanatı da hayatımızda aktif bir şekilde tutmaya gayret ediyoruz.
Son yıllarda yaşanan olayların kültür sanata etkisi ne oldu sizce?
Ülkenin genel iklimi mutsuzluk üzerin kurulu. Şu anda Türkiye öyle bir ikiye yarılmış ki, bir olay meydana geldiğinde ülkenin bir yarısı çok mutlu, öbür yarısı çok mutsuz. Yani tamamen tasada, gamda, sevinçte ortak olma, geleceği doğru ortak algılamak, geçmişi ortak kültürü olmak gibi millet olmanın ana temel unsurundan uzaklaştırılmış durumdayız.
Eskiden aynı Eurovision'dan zevk alırdık, heyecanlanırdık; aynı milli marşta aynı duyguları yaşardık, şimdi öyle değil. Şimdi ülkenin yarısı mutlu, yarısı mutsuz bir olay yaşandığında. Bu tabii ki hayatımızdaki her şeyi etkiliyor. Kültür sanatımızı da, mutlu olduğumuz şeyleri de, arkasında durduğumuz konuları, takip ettiğimiz tv kanalları, okuduğumuz kanalları da her şeyi etkiliyor. Bu kadar bölünmüşlüğün olduğu bir yerde ne yazık ki; kaliteliyle kalitesiz, doğruyla yanlış, iyiyle kötü o kadar iç içe geçmiş durumdaki neticede insanlar, kaliteli düzgün sağlıklı doğru bir şey görmek, bulmak için bile çok aramak zorunda kalıyor. Çünkü bir sürü kötü ve sahte kopyalarıyla kuşatılmış durumda bütün etrafımız. Onların içinden iyiyi, güzeli, doğruyu bulabilmek bir efor gerektiyor. Çoğu zaman da o efor pek de düzgün koyulamıyor.
Farkına varmak, farkındalık için spor
Gençlere Akut ve doğa sporları hakkında ne söylemek istersiniz?
Gençlere muhakkak spor yapmalarını öneririm. Erken yaşlardan itibaren spor kültürüyle, spor ahlakıyla, spor disipliniyle tanışmalarını öneririm. Tabii ailelerine verilecek bir öneri, ailelerin çocuklarını spora yönlendirmeleri çok önemli. Ben ilkokulda 4 yıl yüzdüm. 7 yaşında yüzmeye başladım ki; babamın en doğru kararlarından biridir beni erken yaşta spora vermesi. Sonraki tüm hayatım boyunca da bunun avantajını yaşadım. Çünkü o kas beyin koordinasyonu, anatomi, kalp akciğer sistemi gelişirken çok doğru zamanda doğru bir sporla başlamışım. İlerde ki profesyonel dağcılık hayatımda çok işime yaradı o alt yapı.
Tabii ki hayat çok daha güzel, çok daha değerli artık bunun daha fazla farkındayız. Hayatın ne kadar önemli ve nasıl bir mucize olduğunun ve hayatta yapılacak çok çok şey olduğunu biliyoruz. Bu nedenle gençlere; mutlaka kendi yeteneklerini erken yaşlarda tanıyabilecekleri, keşfedebilecekleri ve yetenekleri çerçevesinde yollar çizecekleri bir yaşam biçimi kurmalarını öneririm.
Bu anlamda doğa sporları kişisel farkındalığı çok yükseltecek yoldur. Çünkü işin içinde hem rekabet var, hem farklı bir mecrada kendini test etmek var, kendine meydan okumak var, başkalarıyla kendini kıyaslama imkanı var. Bütün bunlar kişinin farkındalığını yükselten şeyler. O farkındalığa ihtiyacımız var. Çünkü farkındalık ne kadar gelişirse o kadar kararlaramızı doğru verebiliyoruz, hakeketlerimizi doğru yapabiliyoruz, yolumuzu doğru çizebiliyoruz. Bütün iş zaten o farkındalığı geliştirmek, onun için de sporun ve hayatın farklı alanlarında farklı deneyimler yaşamanın çok büyük bir önemi var.
Röportaj: Filiz Nebioğulları
28.03.2016