"Heryerde tiyatro" fikrini kelimenin tam anlamı ile gerçekleştiren, bildiğimiz tek sanatçısınız. Tiyatro sanatını icra etmek için mutlaka büyük salonlara, sahneye ihtiyaç olmadığını, tiyatro yapılan her yerde para kazanılabileceğini de ispatlıyorsunuz mekanlarınızla. Theatre Cafe'yi, daha önce hiç kafede tiyatroda oyunu izlememiş, böyle bir tecrübe yaşamamış izleyicilere anlatır mısınız?
Tabii. Theatre Cafe içinde yemek yenilen, içecek içilen, aslında eskilerin kabaresi tadında bir mekan. Bunun tek önemli ve farklı tarafı, kabarelerde sadece müzikli ve güldürmeye yönelik gösteriler, skeçler tarzında gösteriler yapılırken, benim Cafe Theatre'ımda dünyadaki örnekleri ile birebir tiyatro oyunları da yapılıyor. Bildiğimiz klasik oyunlar da sahneleniyor. Aynı zamanda da akustik konserler yapılıyor.
Küçük bir kafe ama asıl kazanç mutfak kısmından değil, burada oynadığınız tiyatro oyunlarından, gösterilerinizden geliyordur sanırım. Oyun olduğu zaman kafenizin dolup taşmasından anlıyoruz bunu. Kafe tiyatro fikrini başka tiyatroculara da önerir misiniz?
Öneririm tabi ama patentini aldığım için önce gelip benden izin almaları lazım.
Kafe tiyatrodan biraz daha geriye, yine öncülüğünü yaptığınız evde tiyatro fikrinize deyinmek istiyorum. Daha önceki basın serzenişlerinizi dikkate alarak "evde tiyatro"nun, parasızlıktan kendi evinizde tiyatro yapmak olmadığını, seyirciyi rahat hissettirmek için bir apartman katında, ev ortamında tiyatro yapmak olduğunu hemen belirtmek isterim. Yıllarca evde tiyatro yaptınız. Evde tiyatronun avantajları ve zorlukları nelerdir?
Avantajı, gerçekten kendi evinde tiyatro yapıyorsun. İnsanlar sana geliyor. Ben çok tembel bir adamım zaten. O yüzden hayatımın en avantajlı işiydi. Zorlukları da, evde tiyatro yapmak için tüm apartman sakinlerinden izin almak gerekiyor. Herkes de tiyatroya tapmıyor memlekette. Bir müddet sonra alkış sesinden rahatsız oluyorlar, seyircilerin apartmana giriş çıkışından rahatsız oluyorlar. O yüzden de şikayetler başlıyor ama Caddebostan Barlar Sokağı'ndaki ilk evde tiyatrom bu anlamda çok öncü bir yerdi. Müthiş apartman sakinlerinin oturduğu, sanat aşığı insanların oturduğu bir mekandı. Sekiz sene orada her gece kapalı gişe evde tiyatro yaptım.
Cesaretli ve yaratıcı olmak lazım
Evde, hastanede, kafede tiyatro gibi bence altın değerinde fikirlere öncülük ediyor ve uygulayarak istenirse yapılabildiğini gösteriyorsunuz. Buna rağmen yolunuzdan gitme cesaretini gösteren kimseyi göremiyoruz. Sebepleri neler olabilir?
Cesaretleri olmadığındandır. Bende cesaret var, onlarda cesaret yok. Bir de tabi artık bunu ben yaptım, bunun yaratıcısı ve uygulayıcısı ben oldum, tarihe de böyle geçtim. Bundan sonra bunu kim yaparsa yapsın Metin Zakoğlu'nun yaptığını yapmış olacaklar. Benim ilk çıkışımdaki gibi Metin Zakoğlu başardı, yarattı, hiç olmayan bir şeyi meydana getirdi orijinalliğini kendilerinde göremeyecekler. Tabii insanlarda ego sorunu olduğu için çok heyecansız bir duruma dönüştürüyor, bu kadar heyecanlı bir işi. Oysa çıkıp Metin Zakoğlu'nun evde tiyatrosu çok başarılı bir çalışmaydı; biz ondan örnek alarak evimizde, kendi evimizin salonunu tiyatroya dönüştürdük ve bu çalışmayı şu sokakta da devam ettiriyoruz, diyebilme cesaretine sahip olsalardı, bugune kadar her evde tiyatro yapılmaya başlanırdı. Bunu farklı konseptlere döndürerek, ismini başka bir şeye dönüştürerek benden çaldıkları bu fikri yapmaya çalışan bazı tiyatrolar var. Onlar da başarısız oluyorlar ve yapamıyorlar.
Engelliler için, evlerine kadar gidip orada oyunlarınızı ücretsiz sergiliyorsunuz. Hastanelere gidip hem hastalara hem yakınlarına ücretsiz oyunlarınızı sergileyerek moral veriyorsunuz. Bunu reklam için yapmadığınızdan ne basının ne de çok fazla kişinin haberi olmuyor. Engelliler için tiyatro fikri bir izleyicinizin bir kerelik talebi üzerine ortaya çıkmış ama siz devam ettirmişsiniz. Bu çalışmanızdan biraz bahseder misiniz?
Engelsiz tiyatro kullanılmaya çok açık bir çalışma. Dolayısı ile engeli olan bir insanın evine gittiğimde tabi fikir olarak çok orjinal ve çarpıcı bir fikir. Buna televizyoncular hemen atlıyorlar ve biz de gelelim, o anı çekelim diyorlar ama zaten engeli olan ve sokağa o halde çıkmaktan çekinen, psikolojik travmalar yaşayan bu insanların evine ben, onlara tiyatro göstermek için gidiyorum, bir de kameralarla gitmek çok etik bir durum değil. Dolayısıyla bu tekliflerin çoğuna hatta yüzde doksan dokuzuna hayır demek zorunda kaldım. Bir tanesine evet dedim, o da Dünya Engelliler Vakfı'nın, bu örneğin dünyada yayılması ve örnek olmasının çok önemli bir fayda sağlayacağına inandırmasıydı beni. O zamanki Atv kanalında ana haberlere konuk olmuştuk bir engelli dostumuzun evinde. Ama yine engelliler vakfının organizasyonuydu ve engelli dostlarımız da buna izin vermişlerdi. Onun dışındaki hiçbir engelli evindeki gösterime basın almıyorum.
Fikir hangi izleyiciden çıkmıştı?
Oyunuma sürekli gelen bir seyircimin amcası vardı, o da gelirdi. Hep birlikte gelirlerdi. Bir gün amca gelmedi. Nerede diye sorduğumda durumunu anlattılar. İki bacağının birden damar tıkanıklığından kesildiğini ve çok selam söylediğini, gelemediği için çok da üzgün olduğunu söylediler. Bu beni çok derinden etkiledi ve "O zaman hadi şimdi gidelim, evlerinde yapalım bu gösteriyi" dedim. Atladık gittik. Haberi de yoktu amcanın. Bir çalışma odasında giyindim, yarım saat sonra da salonda sahneye çıkıp oyunumu oynadım. Çok etkileyiciydi. Youtube'da da var bu. Görmek isteyenler, izlemek isteyenler görebilir.
Bodrum seyircisi Tiyatro'ya fotoğraf çektirmek için geliyor
Bodrum tecrübenizden bahsedelim biraz. Oraya tiyatro gibi önemli bir ihtiyacı götürdünüz ama seyirci ilgisizliğinden beklentilerinize karşılık bulamadan döndünüz. Bodrum'da tiyatroya yeterince ilgi olmamasının sebepleri neler olabilir? Bodrum yerine Edirne ya da Eskişehir gibi üniversite şehirlerinde kafe tiyatro açsaydınız sonuçları farklı olur muydu sizce?
Eskişehir zaten kendini ispatlamış bir yer. Edirne'yi bilmiyorum ama Eskişehir Yılmaz Büyükerşen sayesinde bir sanat şehri, olağanüstü bir yer orası. Orada tabii ki yüzde yüz başarılı olabileceğime inanıyorum. Ankara'da da keza aynı. Fakat Bodrum beni çok yanılttı. Çünkü Bodrum'un böyle yemeli, içmeli ve eğlenceli bir gösteri sanatına çok katkıda bulunacağına inanıyordum. Fakat Bodrum'da yerleşik tiyatro hiç yapılmamış. Bu kadar da ünlü isimler yaşıyor, bu kadar büyük isimler, tiyatro babaları Bodrum'da yaşıyor, "Hadi şu Bodrumlulara el ele verelim, bir tiyatro yapalım, yerleşik bir sahne düzeneği oluşturalım" dememişler. Bodrum'da belediyeler de buna el atmamış. Dolayısıyla da altyapı yok. Yani yarın başlasalar Bodrum'da altyapı oluşturmaya ancak yirmi sene sonra Bodrum'da tiyatro seyircisi oluşabilir. Bu yüzden biz Bodrum'da çok zorlandık. Oyuna, tiyatroya bilet parası vermek bile tuhaflarına gidiyordu. Yacht Club var orada mesela. "Biz Yacht Club'a bedava giriyoruz, içtiğimizi ödüyoruz" gibi şeyler söylüyorlardı.
Kış ve yaz fark ediyor muydu?
Yazın yine İstanbul'daki hayranlarım geliyordu, dolduruyordu ama kışın Bodrum kendi kendine kaldığında hiç kimse gelmiyordu çok enteresan, yani kimse gelmiyordu. İlk oyunlarıma geliyorlar, yeni oyun dediğimizde de "Biz seni gördük" diyorlar. Yani görmüş olmak yetiyor onlara. Farklı bir oyun, yeni bir metin, bir de bunu izleyelim duygusu yok. Bodrum'da bir tiyatro salonu var. Çok da kötü bir tiyatro salonu. Hiçbir sanatçıya yakışmayacak bir tiyatro salonu Oasis'in içinde. Çok eski, yenilenmemiş, kliması çalışmayan, kışın soğuk, yazın sıcak, hiç el atılmamış bir tiyatro salonu. Oraya ayda bir oyunlar geliyor ve ben de Bodrum'da yaşadığım müddetçe gittim. Orada şunu izledim. Yerel basını var Bodrum'un, oyunlara gidiyor ve ertesi gün gazetesinde "şu kişiler, şu şeyin sahipleri Genco Erkal'ın şu oyununu izlemeye geldiler..." Sonra baktım millet o gazetelerde, Bodrum'un yerel gazetelerinde boy göstermek, kendilerini göstermek için tiyatroya geliyorlar. Tiyatronun kendisi ile ilgilenmiyorlar, tiyatronun araç olarak kendileri ile ilgilenmiş olmasıyla ilgileniyorlar. Bu tuhaflık beni çok rahatsız etti Bodrum'da. Bana da bunun için geliyorlardı. Bana gelen bazı seyirciler hemen haber veriyorlardı yerel basına. Çünkü Bodrum kışın esnafın da iş yapmadığı bir yer. Üç ay iş yapıp, dokuz ay oturuyorlar Bodrum'da. Çok korkunç bir şey bu, sistem, oturtulamamış. Neden? Çünkü otuz bin, kırk bin kişinin yaşaması gereken bir köyde, bir beldede, İstanbul'dan, Ankara'dan, İzmir'den, büyük şehirlerden gelen göçlerle neredeyse beş yüz bin gibi bir sayıya ulaşmış Bodrum'da yaşam. Bu yüzden her türlü reklamı mubah görüyorlar. Ben bir müddet sonra yerel basının kafe tiyatroma girmesini yasaklamıştım. Gelenler oyun izlemeye gelsin kardeşim. Siz fotoğraf çekmeye geldiğiniz zaman benden çok sizi izliyorlar beni ne zaman çekecek diye. Bu çok komik bir durum, bu durumun kendisi komik demiştim. Buna üç sene tahammül edebildim. Belki düzeltebilirim, dönüştürebilirim dedim ama Bodrum'un belediye başkanı Mehmet Kocadon'dan da bu anlamda hiç destek görmedim. Ben de ben mi kurtaracağım buranın sanat dünyasını diyerek şehrime döndüm.
Yeni kitap yolda
Kişisel tecrübelerinizi, tiyatro ve hayata bakış açınızı kaleme aldığınız, “Bana Bir Yalan Söyle” adında otobiyografik bir kitabınız var. Yeni bir kitap hazırlığı var mı yakın zaman için?
Var. Anılarımı yazıyorum yeniden. “Bana Bir Yalan Söyle” tek kitabım. Kitapsız demesinler diye yazdım. Benim de bir kitabım olsun diye. Yani yeni bir kitabım var, evet, yazıyorum.
Ne zaman okuyabiliriz peki?
Valla ben yazarken tarih koyamam hiç. Oyun yönetirken tarih koyarım. Mesela yirmi gün sonra çıkacak bu oyun derim zorlayayım oyuncularımı diye, ama yazarken tarih koyamam çünkü yazmak başka bir eylem. Yani ne zaman aklıma geliyor, esinleniyorum, ne zaman hissediyorum belirsiz bir şey. O yüzden buna tarih vermek yanlış olur diye düşünüyorum.
Eğitim, ticari bir sektör
Çok kişinin bilmediği bir şey daha var. Bazı dönemlerde belli sayıda genci mülakatla atölyenize alıp, karşılık beklemeden ücretsiz eğitim veriyorsunuz. Bunu yapmanızdaki amaç nedir? Atölye dışında oyunculuk okulu projeniz var mı?
Bunu yapıyorum çünkü aslında eğitimin tümü, sadece oyunculuk diye bunu kısıtlamıyorum, tüm eğitim ücretsiz olmalı. Eğitim, sağlık ve haberleşme. Bu üç tane önemli araç bence tüm dünyada ücretsiz olmalı. Ama şu anda özellikle eğitim kısmı müthiş ticari bir sektöre dönmüş durumda. Ve dolayısıyla ben, oyunculuk eğitiminde hiçbir esprisi olmayan, ana babalarının ismiyle eğitim verme lüksünü kendilerinde bulan insanların elinde olan bu sanat eğitimini ücretsiz vererek o gerçek yeteneklilerin gercekten dolu ve dolgun bir eğitim alarak piyasada yer edinmesini sağlıyorum. Amacım bu.
Tiyatro dışında stand-up gösterileri, dizi ve sinema filmi oyunculuğu da yapıyorsunuz. Senaryo ve oyun yazıyorsunuz. Ödülleriniz var. Öncülük etmeyi ve yeniliği seven bir kişi olarak televizyon ya da sinema için ne gibi yenilikçi projeleriniz olacak gelecek için?
Valla televizyon için hiç yenilikçi projem yok kafamda. Televizyon zaten öyle yenilikçi şeylere açık bir sektör değil. Hatta televizyon tam tersi, ne kadar çok aynı şeyi tekrarlarsa, o kadar çok sevilen bir sektör. Senaryolar da öyle. Hepsi birbirinin tekrarı, her söz birbirinin tekrarı. Ve işte maalesef "aptal kutusu" dediğim şey öyle hizmet ediyor. Ne kadar çok tekrarlarsan o kadar çok kabul ediyor seyirci seni. Sinema için çok farklı bir projem vardı, tabii onlar anlatılamaz, çalınır. Ama bunu söylediğim çok önemli yapımcılar böyle bir şeyİn yapılmasının şu an için imkansız olduğunu söylediler. Sinema için, belki bundan beş, on yıl sonrası için müthiş bir fikrim var. Devrim olabilecek bir şey sinemada. Eğer buna inanacak ve bundan para kazanamasam da, sinemadaki devrimi ilk ben yaptım diyecek bir yapımcı çıkarsa o projemi gerçekleştirmek isterdim.
Klasik oyunları yorumlayarak avangart, yenilikçi hale getiriyor, seyirciyi de oyuna dahil ederek oyuna interaktif bir akıcılık kazandırıyorsunuz. Mekanınız sizden başka sanatçıların performanslarına da açık. yazın da perdesini kapatmayan Theatre Cafe'nin bu ay programında neler var?
Çok güzel. Bu ay gene biliyorsunuz bir kafe, yedi gün, yedi gösteri. Öyle çıkış yapıyoruz. Bu ay yine pazartesileri yetenekli gençlere açık. Salı akşamları benim bugüne kadar yazdığım tüm aşk mektuplarımı okuduğum “Avuçlarımdaki Yıldızlar” adlı yeni gösterim başlıyor. Yani aşka sığınmanın her zaman bize fayda sağlayacağını anlatan aşk mektuplarımı okuyorum. Her çarşamba “Bir Delinin Hatıra Defteri”, her perşembe “Edepsiz Komedi”, her cuma Ayşe Kökçü “Anlat Anlat Rahat Et”, ona yazdığım ve yönettiğim müthiş bir oyun. Tek kişilik bir gösteri, stand-up gösterisi, Ağustos ayından itibaren sahnemde. Her cumartesi gene Edepsiz Komedi var. Her pazar da Dangalaksi Gezegeni ve Bir Delinin Hatıra Defteri.
"Tiyatro koşulsuzluklarla savaşma sanatıdır. Aynı zamanda koşulları da yaratma sanatıdır" sözünüzle röportajı bitirelim. Bu sözünüz tiyatroya gönül vermiş birçok gence ilham kaynağı olacaktır. Güler yüzünüz ve bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ediyoruz.
Ben teşekkür ediyorum. Bir öğrencimin benim ile röpörtaj yapması, çok keyifliydi.
Röportaj: Derya Bilgingil
Editoryal: www.istanbul.net.tr
29.07.2016