Yaşamınıza disiplin mi getiriyor?Disiplin derken, tabii askeri bir disiplinden bahsetmiyoruz ama öncelikle bedene iyi davranmayı gerektiriyor. Ben hiç sigara içmedim hayatımda ve kesinlikle inanıyorum ki, bu müzikten geldi bana. Müziğin içinde öyle bir şey okuduğum için. Müzik çok temiz bir iş. Seslerin temizliği, arınmışlıkları...Sürekli bunun üzerine çalışıyoruz biz, güzel şey yaratmak için. Bu işi yapabilmek için iyi olmak zorundasınız, bedeninize ihtiyacınız var, kendinizi yıkmamanız gerekiyor, stresle doğru dürüst baş edebilmeniz gerekiyor. Bir de tabii performans stresi diye bir şey var, sahneye çıkıp insanların karşısında o işi yapmak da çok şey katıyor insana, hem büyük bir direnç, bir kuvvet veriyor hem de yıkanmış gibi oluyorsunuz çaldıktan sonra. Bazen hayatınızın birçok alanında halledemediğiniz sorunları müzikte halledebiliyorsunuz, oraya kanalize edebiliyorsunuz sorunları. Dengelenebiliyor hayatınız. Çok ışık tutuyor aslında müzik bana, ayna tutuyor. Derbeder bir hayat yaşamamanızı sağlıyor.
Müziğin neresinde durursanız durun, bu var. Eğitmen olduğunuzda da bu böyle. O zaman, bütün deneyiminizi aktarabiliyorsunuz. Bildiğiniz bütün her şeyi bir başkasına verebiliyorsunuz. Müzikteki bu usta çırak ilişkisi çok hoşuma gidiyor. O işi öğrenmek için haftada en azından bir saat işin uzmanıyla, ustanızla birlikte olmanız gerekiyor. Bu çok özel bir ilişki. Sadece size odaklanılan bir saat. Başka mesleklerde bu böyle değil, örneğin üniversitede mühendisler yetiştiriyoruz, ama bütün bir sınıfa ders anlatıyorsunuz. Oysa burada, tıpkı marangozlukta, kunduracılık gibi birer sanat olan işlerde olduğu gibi bire bir verebilirsiniz eğitimi. Çünkü vermeniz gereken şey o kadar fazla ki ancak bir kişiye bir an odaklanabiliyorsunuz, beş kişiye birden bir şey öğretmek çok zor.
Arpla ilk kez tanışan insanların hayatında nasıl bir değişiklik oluyor?Ben arpı ilk gördüğümde on bir yaşındaydım ve o zaman çok şaşırmıştım, ayakta duruyor diye! Sonradan düşündüğümde, hakikaten ayakta duran tek enstrüman. Diğer enstrümanlar ayakta durmuyor, daha doğrusu ayakları oluyor. Mesela piyanonun ayağı var, ama arpın ayağı yok, heykel gibi biraz; yere koyuyorsunuz ve duruyor. Çalar pozisyona gelmesi için size yaslanmak zorunda. İşte bu yüzden çok şaşırmıştım; çok görkemli gelmişti bana, sanki bir masaldan fırlamış gibi. Arpın büyüleyici bir yönü olduğu kesin. Çok daha sade bir arp bile olsa, biçim olarak gerçekten büyüleyici.
Yalnız çıkardığı sesle değil, görsel olarak da bir sanat eseri.Tabii, öyle. Zaten özellikle Marie Antoinette döneminde, Fransız aristokrat kadınlar bütün yağlıboya portreleri için hep bir arpla poz verirlermiş. Arp çalmak modaymış gerçi o zaman ama çalmasalar bile, bir salonun köşesinde mutlaka iç mekan enstrümanı olarak dururmuş.
Estetik görünüşü açısından da değerlendirilirmiş. Ben arpa baktığımda onu doğadan çıkmış, yerden fırlamış gibi görüyorum. Zaten bu eğik formun bir başağa benzediği, başağın tarladaki salınımından ortaya çıktığı söylenir. Kimileri, avlanmaktan geldiğini ileri sürer, ki herhalde bu daha doğru. Avcının yayından fırlayan okun sesi insanoğlunun hoşuna gitmiş ve o eğik formun içerisine gittikçe daha çok tel ekleyerek, sonra da o eğik formu kapatarak ve onu üçgenimsi, daha sağlam bir yapı haline getirerek arpı yaratmış.
Arp meleklerin enstrümanı olarak da bilinir. Meleklerin çalgısı olarak çok resmedilmiştir. Birçok melek tasvirinde de lir görürüz ki, lir de arp familyasındandır zaten. Arp aynı zamanda kanat gibi. İçinden hava geçtiği ve teller ortadan bağlı olduğu için, bir yandan da çok havadar bir enstrüman.
Arp sesi hep su sesine benzetilir. Su sağlıktır, su temizliktir, su arınmadır. Arpın sesinin su gibi olmasının da arındırıcı bir özelliği var değil mi?Arpın sesinin niçin böyle olduğunu anlatayım. Bir kere her şeyden önce direkt ciltle çalıyorsunuz. Mesela arpın akrabası sayılan ve çok benzer bir mekanizmaya sahip olan kanun bile parmaklara takılan mızraplarla çalınır ve parmağın uzantısı gibi olur onlar. Oysa arpta birebir ciltle çalıyorsunuz. Cildiniz neyse, çıkan ses de o. Piyanoyu düşünün, piyanoda bir tuşa basıyorsunuz, tuş kaplı, sonra bir çekiç gidiyor telin üstüne vuruyor, ne kadar uzak bir bağlantı var sesle, arada bir sürü mekanik olay var. Arpta ise bir tek tel var, onu cildinizle çekiyorsunuz ve derinizin yüzeyi nasılsa öyle bir ses çıkıyor. Bugün derinizin yüzeyi sertse başka türlü, kesilmişse, ya da nasırlar azalmışsa başka türlü bir ses çıkıyor. Yüzeyi biraz eğri büğrü olursa daha farklı bir ses çıkıyor. Dolayısıyla, enstrümanla birebir bağlantı halindesiniz; su sesine benzemesini de bu sağlıyor galiba. Çok az enstrüman böyle bir özelliğe sahip; mesela kemanda arşe var, yani bir araç var arada. Nefesli sazları düşünün, her birinin üzerinde tuş takımları var. Nefesle çalınıyor ama tuş takımlarına dokunduğunuzda, enstrümanın sesinden ayrı bir ses duyuluyor ister istemez. Arpta öyle bir şey yok, tamamen ciltle çıkıyor ses ve siz fazla bir şey yapamıyorsunuz, o ses kendi sesi; sadece cildiniz iyiyse ya da kötüyse değiştirebiliyorsunuz. Arada hiçbir şeyin olmaması çok hoş bir şey bence.
İnsanoğlunun doğadaki her şeyi taklit ettiği, müziğin de aslında doğadaki seslerin bir taklidi olduğu söylenir. Bazı enstrümanlar da doğanın bazı seslerine benzetilir. Arp her zaman için su sesiyle özdeşleştirilmiştir. Bu kadar net bir benzetme herhalde yalnızca arp için geçerlidir?Enstrümanlar zaten o şekilde üretilmiş ya da varolmaya başlamışlar. Doğadaki bazı seslere benzedikleri için. Bir orkestradaki bütün enstrümanları bir araya getirdiğinizde, hepsi bazı seslere, ya da doğadaki dinamiklere denk geliyor. Mesela arp suysa, keman daha çok ateş gibi, çünkü yayın telin üzerindeki gelgiti, bir kızışmayı ifade ediyor, ateş de öyle yakılıyor, ateş yakmak için mutlaka bir sürtüşmenin olması gerekiyor. Ney de hava gibi rüzgâr gibi. Bütün enstrümanların bir dinamik ve ses, hatta renk karşılığı olduğu söylenebilir. Arp çok havadar, çok berrak, çok şeffaf.
Türkiye’de arp sevgisini yaygınlaştırmak için projeleriniz var mı? Atölye çalışmaları düzenlemeyi düşünüyor musunuz?Ben Türkiye’de aslında arpı yaygınlaştırmak istiyorum, böyle bir misyonum var. Ben üniversitede hocayım, bunu üniversite seviyesinde yapmak zor; karşınıza on yedi, on sekiz yaşında kişiler geliyor, onların zaten bir arp geçmişi oluyor ve siz ancak üstüne kendi birikiminizi ekleyebiliyorsunuz. Ama ben, çocuklar ya da amatörler arasında bir takım çalışmalar düzenlemek istiyorum. Bu yüzden bu sene, daha çok Kelt geleneğinde kullanılan, trubadur tip arp dediğimiz küçük boy arplardan getirttik Türkiye’ye. Fevziye Mektepleri Vakfı’nın Erenköy’de bir ilköğretim okulu var ve orada beş öğrenciyle başladım bu sene. Eğitsel kollardan birinde arp çalmayı tercih ettiler, haftada bir oraya gidiyorum. Bu benim için çok hoş oldu çünkü arp böyle bir yere hiç girmemişti şimdiye kadar ama ben daha çok yaygınlaştırmak istiyorum. Şimdiye kadar yaygınlaşmamış olmasının sebebi, birinin bu şekilde gönül vermemiş olması. Herkes genelde piyano ya da gitar çalıyor. Biraz daha ortada görünür olması lazım arpın. Ben mümkün olduğu kadar çalmaya, paylaşmaya, arp hakkında konuşmaya,arpı tanıtmaya çalışıyorum. Daha çok kullanılırsa, arpın çok daha yararlı olacağını düşünüyorum.
Röportaj: GÖKÇE TUNCER
Röportajın devamı için tıklayın