Dr. CheDünya böylesine güzel / Olur muydu yine / Diplomasını çerçeveleyip / Para kazanma / erdine
Düşseydi Dr. Che
Yüreğini dağlara asmak yerine?
Sohbetin orta yerinde defterimden kopardığı bir sayfaya bu şiiri yazdığında 9 Şubat 1999’ du. Dünyanın en güzel el yazılarından biri, dünyanın en güzel insanlarından birinin, Sunay Akın’ ın, yani Sunay Hoca’mın yüreği ve zekasıyla. Yeni yazdım demişti ve ben o şiiri hep yeni yazılmış olarak sakladım. Bugün 11 mart 2002 ve onunla okuyacağınız bu söyleşiyi yapıyoruz. Ben her zamanki gibi onu ağzım açık, hayranlıkla dinliyorum. O her zamanki gibi kararlı, zeki ve şaşırtıcı.
1- Yaptığınız toplantılardan bahseder misiniz? "Sunay Akın Anlatıyor" toplantıları nasıl doğdu, ilgi nasıl?
Nazım Hikmet de kendi sesinden şiirleri taş plağa okumuş. Nazım Hikmet bir şarkıcı, ses sanatçısı değildi. Bunu yapmaktaki amacı şiirinin daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamaktı. Benim performanslarım bir tiyatro oyunu ya da stand-up değildir. Ama sahneyi kullanarak edebiyatla sahneyi bütünleştiren yeni bir şey yapma çabasıdır. Amaç Nazım’ ınkiyle aynı. Daha çok insana ulaşmak. Daha farklı bir biçimde. “Sunay Akın Anlatıyor” aslında benim uzun süre üniversitelerde, sivil toplum örgütlerinde, yurt içi ve yurtdışında konferanslarda göstermiş olduğum performansın ses, ışık ve görsel metinlerle daha düzeyli bir şekilde izleyiciye sunumu. Buna hiçbir şekilde stand-up ya da show demiyoruz. Her şeyden önce bizim ülkemizdeki bir şairin yapmış olduğu yenilik Türkçe isimlerle adlandırılmalı. Bizim tarihimize baktığımızda bir meddah var, bir ortaoyunu var. Benim bu performansıma, ben bunu performans olarak adlandırıyorum, ilgi çok fazla, çok güzel. Çünkü artık insanlar boşa geçirecek zamanlarının olmadığının ayrımında, bir uyanış içinde. İlgi çok fazla, giderek de artıyor. İlgi göreceğini tahmin ediyordum, ama bu kadar büyük ilgi göreceğini hiç sanmıyordum. Çünkü kitaplarıma ayıracağım zamanı bu toplantılara ayırmak zorunda kaldım.
2- Gözlerinizi kapattığınızda ve size "İstanbul" dendiğinde hayal ettiğiniz İstanbul fotoğrafını anlatır mısınız biraz?
Bu soruya Orhan Veli gibi gözlerimi kapatarak cevap vereceğim. Hayal ettiğim İstanbul’ da, öncelikle kız kulesi bir sanat merkezi olmuş ve kız kulesinin kule kısmında bir kütüphane, raflarında sadece şiir kitapları var. Düz yazı bir tek kitap bile yok. Kız Kulesi’ nin içinde, yazılmış ilk aşk şiiri sergileniyor. Bu bir Sümer tableti ve bu ilk aşk şiiri İstanbul’da, Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. Eski şark eserleri Müzesi’nde ve bir kadın yazmıştır o şiiri. Kız Kulesi’nde Nazım Hikmet’ in büyükbabası Mehmet Ali Paşa’ nın Almanya’ ya gittiğinde ziyaret ettiği okulunun defterine yazdığı şiir, bulunmuş, oraya getirilmiş, orada sergileniyor. Kaptan Ali Bey’ in, sefer sırasında, karısı Ayşe Hanım’ a, geminin uğradığı her limandan, hiç aksatmadan yolladığı aşk mektupları da orada sergileniyor. Yani bir müzeye dönüşmüş ve insanlar Kız Kulesi’ nde sanat etkinlikleri için buluşuyor. Bu arada Kız Kulesi’ nin hemen yanında, İstanbul’ un iki yakası arasında mekik dokuyan vapurlar geçiyor, her birinin üzerinde şair adları: Orhan Veli, Cemal Süreya, Atilla İlhan, Oktay Rıfat.
3- Peki bunlar yapılamaz mı ya da yaptırılamaz mı?
Bunların hepsi yaptırılır. Mutlaka yaptırılır. Çünkü, eğer düşler, uğrunda, yaşamda kavga görmüyorsanız size bile ait değillerdir.
4-Hakkında bu kadar şiir, yazı yazılan, şarkı yapılan başka şehrimiz yok, İstanbul büyülüyor mu insanı?
İstanbul için pek çok şarkı var, pek çok şiir var. İstanbul büyüleyici bir şehir, ama İstanbul’ un büyüsüne kapıldınız mı üretemezsiniz. Ben diyorum ki, İstanbul’a büyülenmemek gerekir. Onunla arkadaş olmak gerekir. Ben İstanbul ile arkadaş olmaya çalışıyorum. Onun sırlarını öğrenmek istiyorum, bir dost gibi. En bilinmeyen, en derin sırlarını bana anlatsın istiyorum. Benim İstanbul’ u anlatma gibi bir kaygım hiç yok. İstanbul bana anlatsın istiyorum. Benim bütün şiirlerimde, düz yazılarımdaki İstanbul imgesine değinecek olursak, sanırım onun arkadaşlığını, dostluğunu kazandım gibi geliyor bana.
5- İsyankar bir tavrınız var sizin İstanbul`un haline isyan ediyor musunuz? Üzüyor mu sizi?
İstanbul’ un haline durup üzülmek, tasalanmak yerine, ben İstanbul’ un nasıl kurtulacağının reçetesini oluşturmaya çalışıyorum. Evet İstanbul yoğun bakımda, ama siz gerçekten kendinizi ona müdahale edecek duyarlılıkta ve birikimli insanlar olarak görüyorsanız üzülmüyorsunuz. Bunu nasıl durdurabilirim diye koşuşturuyorsunuz. Çünkü ben İstanbul’ un yanındayım. Dışarıdakiler, koridordakiler üzülüyor. Hastanın yakınları üzülüyor. Üzülmeye zamanım yok benim, ben durmadan hastaya ilaç veriyorum, yardım ediyorum. Hiç üzülmüyorum bu yüzden. Çünkü önemli olan üzülmek değil, tasalanmak değil, bir şeyler üretmek. İstanbul henüz ölmedi, ölmeyecek de. Umut her zaman var, umutsuz olur mu? Umut hiç tükenmez.
6- Güzelim Kız Kulesi’ nin yok olduğunu düşünüyorsunuz, neden?
Umut dedik. Umut nerede? Pandora’ nın Kutusu’nda değil mi? Hani Zeus Prometheus’ tan intikam almak için bir kadın yaratıyor, Pandora. Onu dünyaya gönderiyor. Pandora, Prometheus’ un kardeşi Epimetheus ile evleniyor. İlk gece açması için Zeus bir kutu veriyor Pandora’ nın yanına, der ki “sakın bunu açma” ama Pandora merakından kutuyu açıyor, bütün kötülük dünyaya o kutudan çıkıp, yayılıyor. Zeus kutunun içine yanlışlıkla umudu da koymuş umut tam çıkacakken Pandora kutuyu kapatıyor. Mitoloji böyle der, umut Pandora’ nın kutusunda saklıymış. Hayır, yanlış, peki Pandora’ nın kutusunu bulma umudu. O insanların elinde değil mi? İşte Pandora’ nın kutusu Kız Kulesi’ dir. Ben Kız Kulesi’ ni “Şiir Cumhuriyeti” ilan etmiştim. Hani küçük ülkeler vardır ya, onlardan biri gibi. Şu anda orası işgal altında. Zaten ben de, devrik cümlelerin şairi olan ben de, devrik bir cumhurbaşkanı gibiyim Salacak kıyısında.
7- Bir arkadaşım “Hangi kanalı açsam Sunay Akın. Bence bir şair gizemli olmalı.” demişti. Okuyucularınız çok popüler olduğunuz için rahatsız olabiliyorlar. Bu tepkiler ve bu durum sizi rahatsız ediyor mu?
Sunay Akın hangi kanalı açsanız karşınıza çıkan biri. Ama önemli olan bu değil ki, önemli olan Sunay Akın ne söylüyor. Böyle bir şey varsa, ki çok az sayıda karşılaşıyorum bu durumla, şairin gizemli olması sırça köşklerden başka bir şey değil. Ben İstanbul çocuğu olmak istiyorum. Şair havalarında olmak istemem asla, o konuma düşmek istemem. Tıpkı Orhan Veli gibi, tıpkı Tevfik Fikret gibi, diğerleri gibi yaşamak isterim. Çok popüler olma konusunda ise, yazdıklarımla, ürettiklerimle, insanlar beni seviyor. Ben sırları çok iyi kendimde toplayan bir insanım ve o sırlardan kendimi aynaya dönüştürüyorum. İnsanlar kendilerini bende görüyorlar. Sorarım size, yazdığı, ürettiği sanat eserleriyle hibe edilmiş toplumdaki insanların sevgisini kazanmak kolay mı? Çok zor. Bunu başardıysam, bir sanatçının ulaşması gereken en dip noktaya ulaştım demektir. Ben halkı açlıktan ölürken yemek tarifleri anlatan Sudan’ lı bir aşçının trajedisine asla düşmem. Ben her yerde ürettiklerimle konuşuluyorum, şiirlerimle, yazılarımla, çalışmalarımla, araştırmalarımla. Bir bilim adamı kansere ilaç bulsa bu gizemli mi olmalı? Bütün insanlık için değil midir bu? Sanat eseri de böyle değil midir? Kansere ilaç buldu, gizemi tercih etti, böyle şey olmaz. Bilimle sanat bir kuşun iki kanadıdır. İki kanadı da kullanan toplumlar uçar ve özgür olur. Kullanamayan toplumlar tavuk olur. Kanatlarınızı gizlemeyin, açın. Sorun şurada ki, kaç kişinin kanadı var ki?
Röportajın devamı için tıklayın
Röportaj: Filiz Küçük