Hünkar Lokantası mesleği kuşaktan kuşağa geçiren bir ailenin İstanbul’da kurduğu bir lokanta. 1950 yılında baba Talip Ügümü tarafından Fatih’te açılıyor. Ve 2000 yılı sonlarına dek bu ilk gözağrısı semtte mütevazi görünümlü ama yemekleri ile nam salan, Türk mutfağı denince akla ilk gelen isimlerden biri olarak hizmet veriyor. Daha sonra şehrin diğer semtlerine taşındığında Fatih müdavimleri onu izliyor elbet ama geleneğin ev mutfağı anne şefkati ile buluştuğu bu tatlar sürekli damak hafızasına sahip çıkan yeni müdavimler de ediniyor. Hatta sınır ötesine en çok komşu Yunanistan’a başaşçı Feridun Ügümü’nün artık olağanlaşan yemek seyahatleriyle taşınması kaçınılmaz oluyor.
Dede Abid Ügümü ailenin ilk aşçısı. Onun ekmek kapısı Erzurum’da. Oralardan kopup gelen oğul Talip Ügümü ailenin ikinci aşçısı. Baba olduğunda, aş kaynatmaya en büyük oğlu Feridun talip oluyor.
Bir ülkenin uzun tarihinin bugüne devrettiği ve zamanın silip yok edemediği zengin bir tat kültürü böyle babadan oğula, elden ele, mutfakta pişe pişe devrediliyor. Bir elin lezzeti bir elin lezzetine tam tamına benzemiyor,ama her el bir öncekinden devraldığı bilgiyi kendi elinin marifetiyle hem koruyor hem kendi elinin lezzetini katıyor. Çok yakın zamanda kervana katılmaya dördüncü kuşak da aday oluyor. Her kuşak kendi zamanının imkanlarını, gereklerini müthiş bir iştahla ve hevesle katmaktan geri durmuyor. Gelenekselin çağdaşlıkla bahtiyar izdivacı böyle sağlanıyor; bu da Hünkar lokantalarında yenen yemeğin her dem taze ve mutluluk verici olmasının ardındaki sırlardan biri. Erzurum’da başlayan serüvenin uzun süre Fatih’te konakladıktan sonra oğullar iş başına geçtiğinde önce Etiler (1998), sonra Nişantaşı (2000) semtlerinde iki koldan şehre iyiden iyiye yerleşmesi işte böyle bir sürecin eseri.
Şehrin lezzet haritasında bir sembol oluşturan Fatih-Hünkar ne yazık ki Nişantaşı-Hünkar’ın açılmasıyla görevini tamamlıyor. Baba Talip Ügümü biri aşçı ikisi işletmeci üç oğluna daha da öteye gidecek bir yol açmış olmanın gönü lrahatlığıyla kendi kurmuşolduğu yeri kapatıyor. Bir şeyleri zamana salmadan yeni olana kucak açılamıyor. Tabii bu, babanın herşeyden elini ayağını çektiği anlamına gelmiyor. Aşçılık huy gibi ruha sinip saçının tellerine kadar nüfuz eden bir şey. Çıraklık, ustalık, öğrenme elden ele geçerken birbirini hep besliyor. Her çırak ister istemez ustanın bıraktığı yerden biraz daha öteye gitmek istiyor.
Bugün Hünkar Nişantaşı’nda çok ferah iki katlı yerinde artık Fatih’teki sevimli esnaf lokantasının çok daha ötesinde, devraldığı mirasın hakkını hem dünyanın sayılı metropollerinden birinin ahalisine, hem kültür, din, dil farklarının ayırmış olduğu kocaman bir dünyanın yemek gibi insanlararası iletişimi, kültür aktarımını en keyifle ve nerdeyse başka hiç bir şeyin başaramadığı kadar çabuk ve kapsamlı başaran bir alanda bütün dünyaya çok özenle, aşkla, şevkle, ve yüzyılların bilgisiyle ve elbet gerçekten çok lezzetle sunuyor.
Hemen hemen başka hiç bir şeyine sahip çıkamayan bir toplumun bu tatlarla hem tarihine, bilgi birikimine, damak keyfine ve hafizasına sahip çıkmasını bir lokanta böyle başarıyor. Üstelik dünyaya da bunu zamana uygun bir tavırla sunmayı başarıyor.
Feridun Ügümü babadan devraldıklarına kendini katarak Hünkar’ı bugüne ve şehrin en eski ve şehirli semtlerinden birine böyle taşıyor; tüm ‘anne’ yemekleri tutkunlarına, ve Türkiye’yi keşfetme merakındaki lezzet avcılarına bütün bu birikimi lezzetle, şefkatle, gönülden bir ilgiyle ve güleryüzle cömertçe sunuyor. Bu, şehrin insanları ve dünyanın lezzet meraklıları için bir nimet; bir tabak yemekle hem tarih, hem hafıza tavaf ediliyor, hem beden hem ruh doyuyor. Bu müthiş şansı kullanın, tabiatın bereketini böylesine dönüştürenin de insan olduğunu bırakın içiniz size söylesin; bu dünyanın daha iyi bir yer olmasının sırrı bu sihirde gizli. Sadece kötü şeyler değil, sevgi de bulaşıcıdır. Onu çoğaltmaya katılmak bazen bu kadar kolaydır: hayat bir tabak yemekle paylaşılır. Dünya belki de böyle sağalır.
Park Yeri Var
Kredi Kartı: Visa-Master